Ben
Zeyneb’in Hayvanlar Âlemi
Dünyanın en akıllı hayvanı hangisidir ve neden?
Okumaya devam etmeden, biraz durup düşünün önce...
Bunca hayvan arasından istediğim cevabı bilme-bulma ihtimaliniz epey düşük tabii. O nedenle size iltimas geçip seçenek sunacağım. Hatta madem bir iltimas yapıyorum, tam yapayım; size sadece iki seçenek veriyorum. Yani doğru cevabı tutturma şansınız % 50.
Kanımca, bir hayvanın zekâsı, kış mevsimindeki davranışına bağlantılı olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda iki şıkkımız şunlar:
Ayı akıllı bir hayvan gibi görünür; ne de olsa soğuk havalarda ortalarda dolaşmak yerine sıcacık bir yatakta uyumak fena fikir değildir... Ancak kış geldi diye uykuya yattığınız taktirde, hayatınız boşa harcanmış olur.
Gerçi hayatı değerlendirip de ne yapacaksınız? Sonlu zaman, ölümlü dünya.
Bu da çok pesimist oldu.
Peki, o zaman muzırlık yapıp, ayıcıkları “Uu-yanın kış uykunuzdan, hayat kaçıyooor...” diye dürtükleyelim mi hep beraber?
Zavallı kuşlara gelince... Onların adı, insanlara hakaret olarak kullanılan bir deyime karışmıştır: “Kuş beyinli.” Bu sebeple kendileri de akılsız hayvanlar olarak telakki edilirler. (Bu antik kelimeyi de zihnim hangi derinliklerden buldu acaba? Ama sevimli durdu .:burada:. kalsın.) Hâlbuki kuşların kabahati ne? Beyinleri ufak olabilir ama zaten kendileri de ufaklar. Önce cüsseleri ile kıyaslayıp öyle konuşmak lazım.
Bu arada, bilir misiniz ki insan beyninin ağırlığı hiç sabit kalmazmış! Önce doğumdaki boyutunun üç katına çıkıyor, yetişkinlikte 1.400 gr oluyor ama sonraki 30 yıl içinde de 30 gramdan fazla eksiliyormuş.
Hayvan zekâsı için belirleyici faktörün kış davranışları olduğunu daha önce belirtmiştim. Tabii ki işin içine tembellik timsali olan uyku yerine, hareketi temsil(ed)en seyahat girse daha zekice olur.
Anlayacağınız benim doğru cevabım, b şıkkı. En akıllı yaratık kuşlar... soğuk oldu mu sıcak memleketlere göçerler.
Ben çok zeki sayılmam. Arada kafam çalışır ve bu akıllı göçmen kuşlar gibi göçerim.
Uzak uzak diyarlar çeker beni. Kanatlarım yoktur, uçağa binerim/ uçak olmazsa karadan giderim. Yeter ki gidilsin zaten, hangi vasıtayla gidildiği o kadar da önemli değildir. Otobüs, tren kadar at, eşek veya deve sırtında gitmek de bir alternatiftir. Kendi ayaklarının üstünde dolaşmak da çok zaman caziptir:
Ben bir deveyim.
Yolculuk için yaratılmışım. Güçlü değilim belki ama dayanıklıyım. Uzun, yorucu yollarda hayatta kalabilmek için metanet depolarım, uyku depolarım, yiyecek depolarım. Günlerce uykusuz gezebilirim, nasıl olsa sonradan uyuyarak telafi ederim. Bir gün tıka-basa yemek yesem, bir hafta boyunca bir avuç ekmekle idare edebilirim. Maalesef hörgüçlerim olmadığı için gerçek develer gibi suyu depolayamıyorum. Bu eksikliğimi, çantamda yarım litre su taşıyarak telafi ediyorum.:mecburen:. Mecburiyetten.
Söylemesi ayıp ama kervanın en huylu, en sevilen devesi benimdir.
Acı eşiğim yüksektir; şikâyet etmem, sızlanmam. Hele yollarda isem bunları hiç yapmam. Olsa olsa kendime söylenirim, o da bir yandan gülerek. Yol, her türlü eziyetine, cefasına, kahrına rağmen mutlu olunası bir mekândır. Hayatta çok şeyin geçici olduğunu yollar öğretmiştir bana. Bilirim ki geçtiğinde, içinde bulunduğum zorlayıcı koşullar düzeldiğinde, sıcak bir duş alıp güzel bir uyku çektiğimde, karnım doyduğunda hayat yeniden günlük güneşlik olacak.
Yine bilirim ki -acıların çoğu gibi- güzellikler, mutluluklar da geçicidir. Onun için ertelemek istemem yaşamda yapmak istediklerimi. Ama çok acelem de yoktur doğrusu:
Ben bir kaplumbağayım.
Yavaş hareket ederim ama sağlam adımlarla ilerlerim.
Evimi sırtımda taşırım, eşya biriktirmeyi sevmem. Kullanılmayan eşyayı, 100 gram bile olsa, taşımak bir yüktür yol-gezer için. Sırtınızda çantayla 500 metre yürüdükten sonra ağırlığı çöküverir üstünüze. Ağırlıkları, fazlalıkları sevmem .:Ben:. seyyah kaplumbağayım.
Taşıyabileceğimden, kullanabileceğimden fazlasını istemem. Minimumda yaşamaktır felsefem. Ama sade hayat, az eşya ile yaşamak değildir sadece. Önemli olan zihin ve kalpte sadeliği sağlayabilmiş olmaktır; iç çatışmalardan arınmış olmak: Huzurun anahtarı burada gizlidir.
Hiç sorun yaşamadan bir ömür geçirmek imkânsızdır ama kaplumbağa, çatışmaları mümkün olduğunca kısa zamanda çözümleyebilme yeteneğine sahiptir. Bir gün onun gibi yaşlı ve bilge olacağım fikrini severim.
Kaplumbağa gibi yaşamak keyiflidir. Hem evini sırtında taşımak, hem yavaş yaşamak anlamında. Acelesiz ve eşyasız bir yaşam sürmek... Bir de gamsız, tasasız, korkusuz olmaya özenirim. Yollarda kendiliğinden edinirim bu özellikleri:
Ben bir ördeğim.
Hani çizgi filmlerde olur ya... Bir ördek yürüyordur, o anda kafasına yukarıdan bir şey düşüyordur, ördek bunun farkında değildir... Hah işte, o ördek benim!
Evet, ördeğin tam kafasına düşmek üzeredir piyano...
... Peki sonuçta ne olur? Piyano ördeğin tam dibine, bir salise önce ayağını kaldırdığı noktaya düşer, ördeğimizin ruhu bile duymaz; o aynı şekilde neşeli neşeli yürümesine devam eder.
Diğer senaryo çeşitlerimiz de şöyledir:
Çekim 1) Ördek aynı tempoda yürürken birden duruverir ve piyano önüne düşer. Ki bu durumda ördeğimizin yüzünde şaşkın bir ifade beliriverir.
Çekim 2) Ördeğin arkasından bir “kurtarıcı” koşarak yetişir ve piyanoyu havada yakalar... Yani yine ördeğimize hiçbir şeycikler olmaz, kılına zarar gelmez.
Peki ama bu dünyada hep iyi şeyler, mucizeler olacak değildir ya. Şimdi kendinizi hazırlayın, size en kötü senaryoyu izletiyorum: Piyano ördeğin kafasına düşer!
Peki sonra ne olur?
Hiiiç... Ördeğimiz tavadan sıçrayıp yere yapışmış yumurta gibidir; yerinden doğrulur, kendini çekiştirir ve hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eder.
Gezgin hayvanlarımız bunlar. Evde kaldığım zamanlarda ise,
Ben bir yavru kediyim.
Verin önüme bir yumak... Ucunda açık bir ip parçası bırakın... Ben onu çekiştirip oynarım günlerce. Kafamı kurcalayan bir konu bulayım, orasını burasını çekiştirir, kendimce güzel bir şekle oturtana kadar uğraşırım.
Arada .:bir:. arkadaş isterim yanıma. Sahiplenmek için değil, oynamak için.
Bacağına sürtündüğümde beni sevsin okşasın, beraber eğlenelim; sonra kendi köşeme çekilirim. Onun varlığını bilmek yeter bana.
Doğru, keyfe keder yaşarım. Fazlasını talep etmem.
Ben huzurlu bir çocuğum. Verin elime kâğıt kalem, bir köşede kendimle oyalanırım/ hiç umurum olmaz dünya. Böyle yazılar yazar, kendi kendimi eylerim.
Dünyanın en akıllı hayvanı hangisidir ve neden?
Okumaya devam etmeden, biraz durup düşünün önce...
Bunca hayvan arasından istediğim cevabı bilme-bulma ihtimaliniz epey düşük tabii. O nedenle size iltimas geçip seçenek sunacağım. Hatta madem bir iltimas yapıyorum, tam yapayım; size sadece iki seçenek veriyorum. Yani doğru cevabı tutturma şansınız % 50.
Kanımca, bir hayvanın zekâsı, kış mevsimindeki davranışına bağlantılı olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda iki şıkkımız şunlar:
- Ayılar
- Kuşlar
Ayı akıllı bir hayvan gibi görünür; ne de olsa soğuk havalarda ortalarda dolaşmak yerine sıcacık bir yatakta uyumak fena fikir değildir... Ancak kış geldi diye uykuya yattığınız taktirde, hayatınız boşa harcanmış olur.
Gerçi hayatı değerlendirip de ne yapacaksınız? Sonlu zaman, ölümlü dünya.
Bu da çok pesimist oldu.
Peki, o zaman muzırlık yapıp, ayıcıkları “Uu-yanın kış uykunuzdan, hayat kaçıyooor...” diye dürtükleyelim mi hep beraber?
Zavallı kuşlara gelince... Onların adı, insanlara hakaret olarak kullanılan bir deyime karışmıştır: “Kuş beyinli.” Bu sebeple kendileri de akılsız hayvanlar olarak telakki edilirler. (Bu antik kelimeyi de zihnim hangi derinliklerden buldu acaba? Ama sevimli durdu .:burada:. kalsın.) Hâlbuki kuşların kabahati ne? Beyinleri ufak olabilir ama zaten kendileri de ufaklar. Önce cüsseleri ile kıyaslayıp öyle konuşmak lazım.
Bu arada, bilir misiniz ki insan beyninin ağırlığı hiç sabit kalmazmış! Önce doğumdaki boyutunun üç katına çıkıyor, yetişkinlikte 1.400 gr oluyor ama sonraki 30 yıl içinde de 30 gramdan fazla eksiliyormuş.
Hayvan zekâsı için belirleyici faktörün kış davranışları olduğunu daha önce belirtmiştim. Tabii ki işin içine tembellik timsali olan uyku yerine, hareketi temsil(ed)en seyahat girse daha zekice olur.
Anlayacağınız benim doğru cevabım, b şıkkı. En akıllı yaratık kuşlar... soğuk oldu mu sıcak memleketlere göçerler.
Ben çok zeki sayılmam. Arada kafam çalışır ve bu akıllı göçmen kuşlar gibi göçerim.
Uzak uzak diyarlar çeker beni. Kanatlarım yoktur, uçağa binerim/ uçak olmazsa karadan giderim. Yeter ki gidilsin zaten, hangi vasıtayla gidildiği o kadar da önemli değildir. Otobüs, tren kadar at, eşek veya deve sırtında gitmek de bir alternatiftir. Kendi ayaklarının üstünde dolaşmak da çok zaman caziptir:
Ben bir deveyim.
Yolculuk için yaratılmışım. Güçlü değilim belki ama dayanıklıyım. Uzun, yorucu yollarda hayatta kalabilmek için metanet depolarım, uyku depolarım, yiyecek depolarım. Günlerce uykusuz gezebilirim, nasıl olsa sonradan uyuyarak telafi ederim. Bir gün tıka-basa yemek yesem, bir hafta boyunca bir avuç ekmekle idare edebilirim. Maalesef hörgüçlerim olmadığı için gerçek develer gibi suyu depolayamıyorum. Bu eksikliğimi, çantamda yarım litre su taşıyarak telafi ediyorum.:mecburen:. Mecburiyetten.
Söylemesi ayıp ama kervanın en huylu, en sevilen devesi benimdir.
Acı eşiğim yüksektir; şikâyet etmem, sızlanmam. Hele yollarda isem bunları hiç yapmam. Olsa olsa kendime söylenirim, o da bir yandan gülerek. Yol, her türlü eziyetine, cefasına, kahrına rağmen mutlu olunası bir mekândır. Hayatta çok şeyin geçici olduğunu yollar öğretmiştir bana. Bilirim ki geçtiğinde, içinde bulunduğum zorlayıcı koşullar düzeldiğinde, sıcak bir duş alıp güzel bir uyku çektiğimde, karnım doyduğunda hayat yeniden günlük güneşlik olacak.
Yine bilirim ki -acıların çoğu gibi- güzellikler, mutluluklar da geçicidir. Onun için ertelemek istemem yaşamda yapmak istediklerimi. Ama çok acelem de yoktur doğrusu:
Ben bir kaplumbağayım.
Yavaş hareket ederim ama sağlam adımlarla ilerlerim.
Evimi sırtımda taşırım, eşya biriktirmeyi sevmem. Kullanılmayan eşyayı, 100 gram bile olsa, taşımak bir yüktür yol-gezer için. Sırtınızda çantayla 500 metre yürüdükten sonra ağırlığı çöküverir üstünüze. Ağırlıkları, fazlalıkları sevmem .:Ben:. seyyah kaplumbağayım.
Taşıyabileceğimden, kullanabileceğimden fazlasını istemem. Minimumda yaşamaktır felsefem. Ama sade hayat, az eşya ile yaşamak değildir sadece. Önemli olan zihin ve kalpte sadeliği sağlayabilmiş olmaktır; iç çatışmalardan arınmış olmak: Huzurun anahtarı burada gizlidir.
Hiç sorun yaşamadan bir ömür geçirmek imkânsızdır ama kaplumbağa, çatışmaları mümkün olduğunca kısa zamanda çözümleyebilme yeteneğine sahiptir. Bir gün onun gibi yaşlı ve bilge olacağım fikrini severim.
Kaplumbağa gibi yaşamak keyiflidir. Hem evini sırtında taşımak, hem yavaş yaşamak anlamında. Acelesiz ve eşyasız bir yaşam sürmek... Bir de gamsız, tasasız, korkusuz olmaya özenirim. Yollarda kendiliğinden edinirim bu özellikleri:
Ben bir ördeğim.
Hani çizgi filmlerde olur ya... Bir ördek yürüyordur, o anda kafasına yukarıdan bir şey düşüyordur, ördek bunun farkında değildir... Hah işte, o ördek benim!
Evet, ördeğin tam kafasına düşmek üzeredir piyano...
... Peki sonuçta ne olur? Piyano ördeğin tam dibine, bir salise önce ayağını kaldırdığı noktaya düşer, ördeğimizin ruhu bile duymaz; o aynı şekilde neşeli neşeli yürümesine devam eder.
Diğer senaryo çeşitlerimiz de şöyledir:
Çekim 1) Ördek aynı tempoda yürürken birden duruverir ve piyano önüne düşer. Ki bu durumda ördeğimizin yüzünde şaşkın bir ifade beliriverir.
Çekim 2) Ördeğin arkasından bir “kurtarıcı” koşarak yetişir ve piyanoyu havada yakalar... Yani yine ördeğimize hiçbir şeycikler olmaz, kılına zarar gelmez.
Peki ama bu dünyada hep iyi şeyler, mucizeler olacak değildir ya. Şimdi kendinizi hazırlayın, size en kötü senaryoyu izletiyorum: Piyano ördeğin kafasına düşer!
Peki sonra ne olur?
Hiiiç... Ördeğimiz tavadan sıçrayıp yere yapışmış yumurta gibidir; yerinden doğrulur, kendini çekiştirir ve hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eder.
Gezgin hayvanlarımız bunlar. Evde kaldığım zamanlarda ise,
Ben bir yavru kediyim.
Verin önüme bir yumak... Ucunda açık bir ip parçası bırakın... Ben onu çekiştirip oynarım günlerce. Kafamı kurcalayan bir konu bulayım, orasını burasını çekiştirir, kendimce güzel bir şekle oturtana kadar uğraşırım.
Arada .:bir:. arkadaş isterim yanıma. Sahiplenmek için değil, oynamak için.
Bacağına sürtündüğümde beni sevsin okşasın, beraber eğlenelim; sonra kendi köşeme çekilirim. Onun varlığını bilmek yeter bana.
Doğru, keyfe keder yaşarım. Fazlasını talep etmem.
Ben huzurlu bir çocuğum. Verin elime kâğıt kalem, bir köşede kendimle oyalanırım/ hiç umurum olmaz dünya. Böyle yazılar yazar, kendi kendimi eylerim.