Teyzemle Yazismalar
Friday, April 5, 2019 at 11:03 AM
Öncelikle şunu bilmenizi isterim ki size bir şey yazıyorsam sadece karşılıklı anlayış geliştirmek için yazıyorum, suçlama olarak görüp defansa geçmek yerine sadece üstünde düşünmenizi rica edeceğim. Birkaç sene önce sizi buraya davet etmiştim, “Gelir miyim hiç ben oraya? Kaç kere biletimi değiştirip erken döndüm!” diye çıkıştınız, hatırlıyorsunuz değil mi? Şimdi bir durup düşünseniz... O koşullarda, yani sürekli gerginlik yaşanan bir ortamda... Sanıyor musunuz ki ben size çok bayılıyordum da ondan davet ettim? Hı?? Kusura bakmayın ama Hayır! Elbette ki hayır. Peki neden yaptım? İletişim kurmaya çalışıyordum, bir çaba sarf ediyordum bozulan kırılan ilişkimizi düzeltmek için. Sizin tepkinizse bu! O burun kıvırdığınız kitap, ödülünüz, aklıma geldiğiniz vs. mesajları da öyle, hepsi benim tarafımdan bir çabaydı. Sizse duvar! En son anneler gününde atmıştım, yine karşılık vermediniz. O arada annem yine size bir şey yapmamı söylüyordu ve ben köpürdüm, Yeter artık dedim! Bunca denememe bu şekilde davranan birine daha da mı alttan alacaktım yani? Ha, bunun üzerine aradınız, hakkınızı yemem. Ama bir düşünün... Düşünün, en son ne olmuştu? “Böyle anneyi Allah düşmanımın başına vermesin!” Hatırlıyorsunuz değil mi? “Düşmanımın başına” bile değil, düşmanınızın başına bile vermesin! Okkadar felaket bir anneyim yani ben! Ve siz, özür bile dilemediniz, buna rağmen çaba gösteren yine benim, buna rağmen halen siz bozuk atıyorsunuz ve bana bir “iyi yolculuklar” yazmaya bile zahmet etmiyorsunuz. Sonra Maraş'ta ne kadar felaket bir şeyse size yumurta isteyip istemediğinizi direkt sormamam (!) “Hakaret var orada” diyorsunuz! Bana öyle bir laf etmiş biri olarak... Kendinize bakmak yok hiç. Benim sizinle konuşmadığımı iddia ediyorsunuz. Peki neden konuşmuyordum teyzecim? Ben size benim tarafımdan ne olduğunu anlatayım, siz yanlışım varsa düzeltin. Ki böylece nerede farklı gördüğümüzü, yanlış anlamamızın nerede olduğunu görelim. Gerçi ben bunu size daha önce anlattım ve siz öyle olmadığını iddia ettiniz ama öyle değilse nasıl oldu siz anlatın. O gün annemle dışarı çıkmıştınız. Öğlen geç geldiniz, biz yemeğimizi yemiştik. Sofra sizin için hazırdı. Salata da yapmıştım, buzdolabında da birkaç çeşit yemek vardı. İstediğinizi alıp ısıtırsınız diye düşündüm, sorun olacağını hiç sanmamıştım. Oturmuş sakin sakin kitabımı okuyordum ki, birden sizin bağrışlarınız başladı. “Orada oturuyor öyle!” diye bana saldırıyordunuz. Hoppala, ne oldu diye düşündüm. Ne yaptım yani şimdi ben? Hadi benim evim olsa neyse, ama annenizin evi, kendi eviniz. kalkıp size hizmet etme, önünüze yemek koyma gerekliliği ve sorumluluğu duymamıştım. “Orada oturuyor, açlıktan ölüyorum burada, ne istersin diye gelip sormak yok!” Eğer o kadar yorgunduysanız ve şekeriniz düştüyse bunu daha olgun bir şekilde ifade edip “Gülin elim ayağım tutmuyor, annen de çok yorgun, lütfen şu yemekleri ısıtıp getirir misin sofraya” diye sorsanız yaparım, sanki iş. Ama ne oluyor, kıyamet kopuyor! Ardından da anneannem girişti, “İtin götünü ye” dedi, ailemizin vazgeçilmez sözü. Bunun üzerine de ben “Hadi yürü yukarı” diye Lara'yı alıp çıktım. Ardımdan “Bir de yukarı çıktı” vs. diye halen bana saldırdığınızı duyuyordum. Ne yapayım şimdi ben? Bu ne şiddet bu ne celal! Ortada fol yok yumurta yok, ama kavga var. Hadi şekeriniz düşmüştür, olur, hepimiz insanız, hepimiz gereksiz yere kızıyoruz. Ama sonra insan kendine gelir ve özür dilemese bile geçiştirir bir şekilde. Ama ne oldu? Ertesi sabah Antep'e gidecektik. “Yok annem yalnız kalmasın” demenizin bahane olduğunu kabul ettiğinize sevindim. Neden teyzecim neden? Neden böyle kaprislere, böyle çocukça oyunlara başvurmanız gerekiyor? Neden bir şeyleri, topu taca atmadan, karşınızdakine çelme takmaya çalışmadan söyleyemiyorsunuz? Kaç yaşındasınız diye onun için sordum, farkındasınız herhalde. “Gel deseydin gelecektim,” diyorsunuz. Allah aşkınıza, ne gerek var böyle çocukça oyunlara? Ne gerek var yani? Hem bana saldırıp hem de nazlanmak mı istiyorsunuz? Kusura bakmayın, ben Lara'ya yapmadım, bu çocukça oyunları yetişkin olması gereken biri ile hiç oynayamam. Yumurta olayı da ertesi gün olmuştur. Ne olduğunu anlamadığım, durup dururken bana bu şekilde saldırmış birine yumurta isteyip istemediğini açıkça sormadığım için aman ne büyük kabahatliyim! “Hakaret var orada!” Dediğim gibi, hakaretin alasını siz bana ettiniz teyzecim, hakaretin alasını ettiniz. “Allah düşmanımın başına vermesin böyle anneyi!” Ve ben sizden bir özür duymadım. Buna rağmen çaba gösterdim, büyüğümsünüzdür, bize çok hakkınız geçmiştir, öylesine bir anda ağızdan çıkan bir laftır dedim ve çabaladım. Neymiş kitapmış da ne olmuş? İletişim kurmaya çalışıyorum, karşımda duvar. Daha önce Amazon seyahatine çıkarken de “Aklıma geldiniz” diye bir mesaj atmıştım, yine cevap yok. Bir “İyi yolculuklar” dahi yok. Hadi hiçbirini yapmadınız, ama bir perspektife oturtun olayları... Anlıyorum, insanın en küçük çıbanı başkasının kesik kolundan önemli ama biraz perspektif lütfen. En azından “hakaret var orada” demememe nezaketini gösterin. İğneyi kendinize batırın azıcık. Azıcık, çok istemiyorum. Ne yaptım size teyzecim ben, ne yaptım? Ne yaptım bana bu garezinizi hak etmek için? Ne yaptım? Lara ve doğumgünleri konusuna gelince... Teyzecim, Antep'e giderken anneannemin bahane olduğu gibi, “Yok bizim için doğum günleri önemli değildir, yok geçen Alper'in doğum gününü de unuttum” sözlerinizin de bahane olduğunu pekala ikimiz de biliyoruz. Lütfen bunu da kabul edin. Lara'nın doğum günlerini kutlamadınız, bu kadar basit. Lütfen yine konuyu saptırmayın, topu sürekli taca atmaya kalktığınızda hiçbir yere varamıyoruz. Anlamlı bir konuşma yapmanın imkanı yok bu şekilde. Ben de o ailede büyüdüm, benim için de doğum günleri aynen sizin için neyse o ifade ediyor. Sadece hatırlanır kutlanır dışarı yemeğe çıkılır, o kadar. Ama bunlar yapılır. Yıllardır da yapılmıştır ailede. Ama ne? Ben biliyorum ne olduğunu... Yine böyle tatsız olduğumuz bir dönemde, siz beni aramamıştınız ama ben yine bir çaba sarf etmek adına size mesaj attım, doğum günü tebriği. Ve siz buna alındınız, neymiş efendim siz öyle mesaj atmıyormuşsunuz, arıyormuşsunuz doğum günlerinde. Yani hiç yapmamak, hiç yapmamam daha iyiydi herhalde. Cidden teyzecim, cidden... biraz durup düşünün inceleyin içinizde neler olup bittiğini. Bunun için, ilk bebeği ilk gününde ölmüş yeğeninizin yeniden bir kızı olduğunda hiçbir doğum gününü kutlamadınız. Fact. Mesaj dahi atmadınız, iyi ettiniz! Mesaj atmak hiç kutlamamaktan kötü tabii (!) Son doğum gününde de ben kutlanmadım, Lara'ya atıldı mesaj. Tabii, ne gerek var, ben doğurmadım onu; benim için önemli bir kutlama günü değil, ikinci kızımın doğum günleri. Aras doğduğunda Alper'e gitmekten hazzettiğimi mi zannediyorsunuz? Hayır. Ama yaptım. Çünkü böyle şeyler unutulmuyor. Hoş, yapmasam da olurdu ya. Onların yapmadıklarını ben unutabilirmişim gibi... Lavinia'ya gelince... “Gelebilirdim belki, ama anneni gönderdiniz,” dediniz. Siz annem değildiniz. Siz annem değildiniz teyzecim; siz annemden birçok anlamda daha yakın olduğum, daha çok şey paylaşabildiğim biriydiniz benim için. “Lavinia'yı ben öldürdüm” dediğimde “Olur mu öyle şey?” diyorsunuz. Yok, olmaz öyle şey! Olur mu hiç? Hiç duyulmamış yeni doğmuş bir bebeği ile aynı yatakta yatarken onu havasız bırakan ebeveyn, hiç duyulmamış! Olacak şey değil! Ama 10 Apgarlı bebeğin ertesi gün durup dururken ölmesi olacak şey. Longq denen bir hobgoblin çok daha mantıklı, çok doğru açıklama. Otopsi raporunda anoksia- yani oksijensizlik demesi de önemli değil, bir şey ifade etmez, longQ yüzünden ölmüştür! Ya tabii, tabii... Biliyorum, çok ağır bir şey bu; biliyorum kabul etmesi çok zor. Ama ben bununla yaşıyorsam siz de kabul edebilmelisiniz. Onu öldüren ben olsam da, o sırada odada benden başka sadece Carlo olsa da, en az sorumluluğu olan kişilerin biz olduğumuzu düşünüyorum. İsteğime aykırı olarak bana epidurali dayadılar, doğum sonrası da ne olduğunu bilmediğim ilacı dayadılar, ne bilincim vardı ne bir şey. “Yok istemiyorum” demeyi bırakın, “ne ilacı bu?” diye sormaya bile takatim yoktu. Gece yarısı Carlo'nun başı ağrıdığı için hemşireye gitti, bir aspirin dahi vermemişler, neymiş yatan hasta dışında kimseye ilaç veremezlermiş! O saatte gidip nöbetçi eczane mi arayacaktı? Lavinia'yı geri beşiğine koyması için seslendiğimde duymadı, uyumuştu, ben de uyandırmaya kıyamadım, nasıl olsa hareket etmem edemiyorum diye düşündüm. Sabah uyandığımızda dünyamız altüst oldu. Bizi bu şekilde, yeni doğmuş bir bebekle yalnız bırakanlar utansın! Annem de utansın. Söyledikleri ve bakış açısı ile beni ona karşı diş bilettiği için utansın. Yine yeni evimizi beğenmemişti, şimdi oturduğumuz evi. Kızımıza koyduğumuz ismi de beğenmemişti; beğenmeyebilir, olabilir, hakkıdır, ama üstüne “Leyla'nın beşiğinde buldum” deme saygısızlığını ve densizliğini göstermişti. Diğer ettiği lafları saysam kitap olur. (ki yazdım aslında, ve İnkılap*İletişim beğendi de aslında... Ama yayınlatmaya cesaret edemedim. Doğru da olsa kendini görmeye dayanamayacağını bildiğim için...) Bütün kötü ve olumsuz bakışlarını bana yansıtan bir kadını istemedim yanımda. Evet istemedim, doğrudur! Doğumdan sonra eve gönderdim annemi. Çünkü varlığı ruhuma yük, ruhuma eziyet! İstemedim annemi. İstemedim annemi yanımda. Ama annem olaydı, anne olması gereken gibi bir annem olaydı, o gece yanımızda olaydı, Lavinia bugün yaşıyor olurdu. Ya sizin tavrınıza ne demeli? Amniyosentez yaptırmamayı seçtiğimiz için karacahil olduk! Biz karacahil, doktorum keza öyle. Bir sormak bile yok, “Neden yaptırmadınız?” diye, anlamaya çalışmak yok. Sadece yargılamak var. Sizin düşüncelerinize, inançlarınıza uymadığı için yargılamak, aşağılamak. Bana o kadar çok şey yüklediniz ki hamileliğim sırasında. Lavinia Down Sendromlu doğsa kendimi suçlu hissedeceğim. Annem ısrar da ısrar ısrar da ısrar sezeryan diye... Dedim ya, bizim seçimlerimize, bizim kararlarımıza saygı yok. Yok. Doğum sırasında Lavinia'ya bir şey olsa yine ben suçlanacağım. Hep, hep ateş altındayım. Kendi korkularım da var. O yaşta doğumun getirdiği riskler her tarafta. Ölü doğumu bile bekledim. Doğruya doğru, bekledim. Ama tamamen sağlıklı doğan bir bebeğin ertesi gün ölmesini beklemedim. Tek beklemediğim oydu. Başıma geldi. Ve kim vardı yanımda? Aile? Efendim Alper gelecekmiş de psikolog arkadaşı “Böyle durumlarda çiftlerde boşanma çok oluyor, rahat bırakın,” demiş. Haaa evet, çok harika tavsiye! Bebeği, çocuğu ölenler yalnız bırakılmalı! Her kimse o psikolog lisansı elinden alınmalı! Alper'in de canına minnet, bahanesini bulup üstüne yattı. Sanki hayatında benim için kolunu kıprattı. Vizesini filan hazır etmemiş gelmek için, iyi, boşuna para harcamadı! Ya siz ne yaptınız? Siz ne yaptınız teyzecim? “Ne kadar ağladım” diyorsunuz... Ne kadar ağladınız? Bana ne faydası oldu ağladığınızın? Kaç kere aradınız beni? Ne sordunuz? Nasıl sorduğunuzu da hatırlıyorum halen: “İyi misiniz? Merak ediyoruz.” Yani sizin merakınız önemli! Boktanız, nasıl olacağız?! Ne demememizi bekliyorsunuz? Biz mi sizi teselli edeceğiz?? Kendi yaramıza bakmaktansa sizi mi düşüneceğiz? Kimin kimi düşünmesi gerekiyor öyle bir zamanda? Kimin kimi düşünmesi, kimin kime destek olması gerekiyor? Kanlı canlı bir bebek doğurdum ben; emzirdim onu. Kaldı ki, üç-beş aylıkken düşürenler bile travma yaşıyor. Bebekler tuvalete atılıp üstüne sifon çekilmiyor! Lavinia'yı ne yaptığımızı biliyor musunuz? Cenazesinin ne olduğunu biliyor musunuz? Kim biliyor evde? Kim biliyor bizim ailede??? Bir tek kişi var mı bilen? Aile! Yaa, aile... Böyle bir durumda yanında yoksa, olmayacaksa, kim ne yapsın o aileyi? Ha, Alper birinci doğum gününde aramıştır, dediğim gibi, kimsenin hakkını yemem ben. Ama o kadar. İkincisinde zaten gerek yoktu herhalde, Lara geldi, Lavinia unutuldu. Unutuldu sanıyorsunuz değil mi? Unutulmadıysa da unutulmalı tabii, değil mi, ne gerek var? Dediğim gibi, kimseyi suçlamak değil niyetim. Biliyorum ki hiç kimse öyle bir durumda ne yapacağını bilmiyordu. Aciziyetinizden yapmadınız yapmadıysanız. Gerçi bunun da pek bahanesi yok artık, internet çağında yaşıyoruz, google'a girip sorduğunuzda yeni doğan bebeğini kaybeden annelere ne yapılacağı ne yapılması ne yapılmaması gerektiğini yazan bir sürü yer var. Bir kart, bir çiçek, bir yetimhaneye bağış Lavinia adına... Yapamaz mıydınız? Çok mu şey beklemekti? Sanmıyorum. Bizi düşündüğünüzü gösteren bir tek jest... Evet, ailede büyükbabamın anılmaması da çok büyük eksikliktir, bizim açımızdan da, veya sadece kendim için konuşayım, benim açımdan sakatlık olmuştur. 40 yaşımda ölümü bilmediğim için, en vulnerable zamanımda, hayattaki en büyük acıyı yaşarken, kızımın ölümü ile öğrenmek durumunda kaldım. Yüzme bilmeden, -40 derecede fırtınalarla dolu bir şelaleden fırlatılmışım gibi oldu. Oradan buradan bulduğum iplere tutunmak için çırpınarak hayatta kalmaya çalıştım. Can simidi yoktu, kimse bana bir ip fırlatmaya bile çalışmadı, ben çırpındım çırpındım, çırpındım... Çırpınıp tutunacak bir dal bulmaya çalıştım. Kendimi içinde bulduğum korkunç bir anaforda sürekli savrulup dururken yüzmeyi öğrenmem gerekti. Çünkü kimse bana ölümü öğretmemişti o yaşıma kadar. Halen de, 50 yaşıma geliyorum, bir tek ölü görmedim ben hayatımda. Herkes beni “korudu”! Nasıl korumaksa bu! Belki iyi de oldu aslında bu tarz şeyleri sizden öğrenmediğim... Yalan yanlış şeyler öğretmenizdense, kendim okuyup dinleyip öğrendim. Kendim yaşayıp öğrendim, iyi öğrendim. Biliyorum, bizim evde isteniyor ki hoşumuza gitmeyen şeyler halı altına süpürülsün, aman Gülin hiçbir yaramıza, hiçbir yanlışımıza dokunmasın. Yaşananlarla yüzleşmediğimiz sürece, yüzleşmekten kaçındıkça yaralar iyileşmeyecek; bir gün bir şey olacak, o yaralara dokunulunca tekrar kanayacak. Ben artık kanamak istemiyorum. Aman hassas konulara dokunmayalım, aman uzağından yakınından geçmeyelim diye sürekli tetikte olmak da istemiyorum. İstiyorum ki yüzleşelim, kabul edelim, edelim ki hayatımıza farklı bir anlamla ilişkilerimize yeni bir boyutla devam edelim. Anneme gelince... Annem aciz, farkındayım. Birçok konuda aciz. Annemden hayatta hiçbir destek beklemiyorum artık ben. Köstek olmasın yeter. Şimdiye kadar verdiği zarara bir dur demem lazımdı ve de yaptım. Dediğim gibi, annemin bana kösteği, ilgisizliği dillere destan kitap konusu. Bana yapabileceği tek destek maddi, verebileceği tek şey para; onu da beni kullanma aracı görüyor, dolayısıyla bir daha asla ondan para kabul etmeyeceğim, almayacağım. Ona da söyledim zaten. Tek bir koşulla, bir gün, “Bu sizin bendeki emanetinizdi, artık size aktarma zamanı geldi” diyerek verirse, şeffaf olarak yaparsa alırım, yoksa saklasın kendine, otursun üstünde, sıcaklığını hissetsin, mutlu olsun. Anneme karşı beni koruması için kaç kere Alper'e yalvardım, “Kaç yaşında kadın, değiştiremezsin” dedi. Size söyledim, siz de onu savunmaya kalktınız. Ben halen bekliyorum, “Evet, annenin yaptığı hastalıklı” demenizi. Halen bekliyorum. Bekliyorum ama nefesimi tutmuyorum. Bizim aile işte bu. I suppose it's understandable why I am so cynical of family. Friday, April 5, 2019 at 4:17 PM Sevgili Gülin, Duruma üzüldüm, en çok da Lavinya konusuna. Bilemezdim. Sen de Carlo da bana otopsi yapılmadığı söylemiştiniz. Keşke gerçeği paylaşsaydınız, daha fazla destek olmaya çalışırdık. Aileyle gerçekler paylaşılır. Sonra da bana kızıyorsun. Annenin Lavinya ismini beğenmemesinin nedeni, o şarkıydı: gidersen çok kötü şeyler olacak gibi... Ben seni çok kez aradım, bazen ağlamaya başladığım için çok kısa kesiyordum. Hatta bazen hemen. Telefonu hep Carlo açıyordu, herhalde sonra sana söylüyordu. Yazdığın konular için karşılıklı konuşmak gerek. Sen de beni çok kırdın. Hala da kırıyorsun. Yazdıklarını lütfen bir oku. Son ziyaretimden sonra sen beni Roma'ya hiç davet etmedin. Bahsettiğin sözlerim, annene benimle aynı sofraya oturmayacağını söylediğinde söylediklerimdi. Birçok şeyi sürekli düşünüyorsun ve aklına farklı şekilde yerleşiyor. Ufak şeyleri çok büyütüyorsun. İnsanların birbirine hataları olur, ama onları genel bir durum içerisinde değerlendirmek gerekir. Bir de yıllarca unutmamak, örneğin Lara'nın doğum gününü kutlamadığımı... Ne zaman bizi görmeye geleceksin? Sevgiler, Aslı Dikkatinizi çekerim: Ben teyzeme yazdığım e-postada 9 kere Lavinia diye yazmışım, o bana Lavinya diye yazmış. İşte bu teyzecim, işte bu. Ben size bir şey söylüyorum, üstelik kaç defa söylemiş olursam da olayım, dikkat etmiyor ve çarpıtıyorsunuz. Bilginize... Sunday, April 7, 2019 at 10:20 PM Sevgili teyzecim, Bana verdiğiniz tavsiyeyi kendiniz tutsanız ve yazdıklarınızı bir okusanız iyi olur çünkü ağzınızdan çıkanların ne anlama geldiğinin farkında olduğunuzu hiç sanmıyorum. > Sen de Carlo da bana otopsi yapılmadığı söylemiştiniz. Pardon???!! Yani sadece ben de değil, ikimiz de yalan söyledik, öyle mi????!! Böyle bir şeyi söylemeyi bırakın düşünmeniz dahi çok ayıp. Ne olduğunu ben size söyleyeyim. Otopsi yapıldığını size elbette ki söyledik, ancak siz takıntılı bir şekilde “LongQ baktırdınız mı?” diye onlarca defa sorduğunuzda “Hayır” dedik, çünkü ona baktırmadık ve görünen o ki siz bunu otopsi yaptırmadık diye yazmışsınız hafızanıza, yanlış yerleşmiş kafanıza. Nitekim olayları aklına sürekli yanlış yerleştiren üzgünüm ki sizsiniz. Sizi Roma'ya iki kere davet ettim. Hatta biri yazılı olması lazım, dolayısıyla “Son ziyaretimden sonra sen beni Roma'ya hiç davet etmedin” sözünüzün yanlışlığı kolayca kanıtlanabilir. Keza, bahsettiğim sözler aynen sizi davetim karşılığında sarf ettiğiniz sözlerdir. Bir şeyleri hatırlamıyor olabilirsiniz, hafızanız çok iyi olmayabilir, ama o zaman “Ben böyle hatırlıyorum” deyin lütfen bir dahaki sefere. Bu arada Lavinia'nın adını da doğru kaydederseniz ve bir daha sefere doğru yazarsanız sevinirim. (Lavinya yazıp durmuştu. Oysa ben ona yazdığımda Lavinia diye kaç kere geçmiş.) > Keşke gerçeği paylaşsaydınız, daha fazla destek olmaya çalışırdık. Aileyle gerçekler paylaşılır. Sonra da bana kızıyorsun. Sözünüze diyecek laf bulmak gerçekten zor. Yani 40. haftasında tamamen sağlıklı doğurduğum kızımızın ertesi gün ölmesi bana/bize destek olmaya çalışmanız için yeterli değildi de ölüm koşulları mı önemliydi???!! “Ay ne kadar çok aradım, ağlıyordum” diyerek ne demek istiyorsunuz, çok şey yaptığınızı mı kanıtlamaya çalışıyorsunuz? Buna bana destek oldunuz diye mi bakıyorsunuz?? Hele “Keşke gerçeği paylaşsaydınız” diyerek biz gerçeği paylaşmamışız gibi bizi suçlamanızın ötesinde destek olmamanızın, yanımızda olmamanızın bahanesini bize yüklemeye çalışmanız çok ama çok rahatsız edici. “Siz gerçeği paylaşsaydınız destek olurduk, ama siz paylaşmadınız, o nedenle destek olmadık. Sonra da bana haksızlık ediyor ve kızıyorsun.” Bunu mu diyorsunuz yani? Bir düşünün teyzecim, benden bahsediyoruz burada, her şeyi konuşmaya, anlatmaya ihtiyaç duyan benden. Benim paylaşmamış olmam mümkün mü? Olur mu öyle şey? Akıl alır mı? Annemin “Tek odalı küçük bir evdi diye istemedim” demesi gibi. Ha evet, çocuklu bir aile olarak tek odalı eve taşınmak istedik (!) İnsan bir şeyleri söylemeden önce bir mantık süzgecinden geçirir. Dikkatinizi çekerim ki, şimdi yine ilk fırsatta, sizin beni durdurmanıza izin vermeden yazarak yine ben anlattım. Şunu iyi bilin ki “Onu ben öldürdüm” diye anneme değil ama size de Alper'e de açıkça söyledim, AÇIKÇA söyledim. Siz “Olur mu öyle şey?” dediniz, “LongQ baktırdınız mı?” Çünkü takıntı ya... Yapacak bir şey yok. LongQ longQ. Varsa yoksa LongQ. Alperse “Düşünme böyle şeyler” dedi, kesip attı. İnkar böyle bir şey işte. Açıkça söylemek gizlemekle aynı kapıya çıkıyor anlaşılan. Otopsi raporunda anoksiya yazdığını ise ben de daha yeni gördüm, 15 gün önce. Onun için hüngür hüngür ağlıyordum. Ama görmeden de biliyordum ben zaten, görmeme gerek yoktu. Ama maalesef beni dinleyen de yoktu. Bütün bunların üstüne “Aileyle gerçekler paylaşılır” demeye kalkmanız is so very patronizing. Evet, size kızıyorum. Kızılmayacak gibi değil tavırlarınız ve söyledikleriniz. Üste çıkma çabanız. Doğrusunu isterseniz, yapmanız gerekenleri yapmadığınızı, hayattaki en acılı anımızda yanımızda olmadığınızı bildiğinizden kendinizi suçlu hissettiğinizi ve bunu kaldıramadığınız için beni suçlamaya kalktığınızı düşünüyorum. Keşke daha olgun bir şekilde davranabilseydiniz. Ama canınız sağolsun. Lara'nın doğum gününü yıllarca kutlamadığınızı unutmayan ben değilim, yıllarca KUTLAMAYAN sizsiniz. Bunu küçümsemeye, önemsizleştirmeye çalışmak yerine “Üzgünüm” deseniz çok daha iyi olacak ilişkimiz açısından, bir ilerleme kaydedebiliriz o zaman. Ufak şeyleri büyüten de sizsiniz. Hiçbir perspektifi olmayan, kendine geldi mi ufacık şeyi devasa boyutlara çeken, ama karşı tarafa gelince olanları, yaptıklarınızı, söylediklerinizi önemsizleştiren sizsiniz. Kendiniz bana hakaretin alasını etmişken yumurta için “Hakaret var orada” demeniz bir yana, ölümden daha ötesi var mı yaaa? Var mı? Çocuk ölümünden ötesi var mı hayatta? O anda yanımda olmayan aileye aile demem için bir sebep var mı? Var mı? Bunu kabul edip özür dileyeceğinize kendinizi savunmaya çalışıyorsunuz. Çalıştıkça da batıyorsunuz. Size yazdıklarımdan sonra demeniz gereken sadece şuydu, şu: “Haklısın Gülin. Kızınız öldüğünde sana yeterince destek olmadık, olamadık. Hatta hiç destek olmadık, yanında olmadık, bir şey yapamadık. Eksikliğimize, yetersizliğimize ver lütfen. Üzgünüz.” “Alınganlığım yüzünden Lara'nın doğum günlerini kutlamadığım için de üzgünüm. Lara'nın doğum günlerinin senin için ne kadar önemli olduğunda da haklısın, o günleri kutlamamamın seni ne kadar kırdığını anlıyorum.” Hani siz bilemiyorsanız diye ben yazdım, söylemeniz gerekenler bunlar. Bunlar teyzecim. Ha, şunları da eklerseniz daha güzel olur tabii: “Lavinia'yı anmak için ne yapabiliriz? Bir önerin var mı?” “Lara'nın kutlamadığım doğum günlerini nasıl telafi edebilirim?” Merak etmeyin, cevabım “Bir şeye gerek yok teyzecim, önemli değil,” olacak. Ama sizin bunları demeniz, diyebilmeniz önemli. Çok önemli benim için. Bunları söyleyebildiğiniz gün sizi görmeye geleceğim. Hatta, halen almayı beceremedik ama siz hem bizi hem de yeni evimizi görmeye gelin. Sevgiler. Bu maili yazdıktan bir süre sonra telefon etti, konuştu. Düzgün bir konuşmaydı. Ben de anladı diye düşündüm geçtim. Çok büyük hata etmişim. “Böyle anneyi Allah düşmanımın başına vermesin” dediğinde de büyüğümüzdür, bize çok hakkı geçmiştir, istemeden bir anda ağızdan çıkan bir laftır dedim ve özür dilemediği halde affettim. Onda da hata etmişim. Sonra başka laflar da etti yine geçip gittim. Yine hata. Öyle aldırmıyor ki yaptığına. Öyle duyarsız ki! Kaç kere söylediysem de inadına “Long Q, long Q” demesinin nasıl benim kalbime hançer saplayıp kanırtmak olduğuna aldırmıyor. Aldırmıyor! Halen de aldırmıyor! Halen de kalkıp bana diyebiliyor yüzsüzce “paylaşmak istememiş olabilirsiniz” diye. Söyle Alper, sen söyle! Senin hatırlıyor olman lazım. “Onu ben öldürdüm” dediğimi. Senin de “Düşünme böyle şeyler” dediğini. Teyzeme de dedim, onun dediği “Olur mu öyle şey?” Yok, olmaz öyle şey! Olmaz öyle şey. Long Q canavarları var, tamamen sağlıklı doğan bebekleri ertesi gün olmadan öldürüyor! Long Q canavarı olur, benim öldürmüş olmam olmaz! Yeter yaa, gerçekten yeter. Benim canımı bu kadar acıtmaya hakkınız yok! Hakkınız YOK. Ama dedim ya, muhtemelen teyzemin bir hastalığı var, bilinçli veya inadına yapmıyor, hastalığı yüzünden algılayamıyor. |