Karşılıklı Saygı Üstüne
Yabancı bir grupla Yozgat’taydık. Aylardan aralık. Misafirlerimiz viskiye koymak için buz istediler. Otelde buz yok. Hiç ihtiyaçları olmamış ki! Ama tabii hemen eş-dosttan, etraftan soruluyor. Otel çalışanlarının birinin ablasında var. Ama onun da “Ne yapacaksın?” diye soracağı tutuyor. İçkiye koymak için istendiğini duyunca da “Vay sen benim gibi hacı kadından içki için buz mu istiyorsun?” diye azarlıyor ve vermiyor. Ara tara yok. Yozgat’ta hiçbir yerde buz yok.
Misafirler ilk başta otelde buz olmadığını duyunca “Nasıl yani?” diye şaşırmış, buzu olmayan bir otel tuhaflarına gitmişse de “Burası da böyle bir yer demek ki” diye durumu olgunca kabullenmiş, içkilerini buzsuz içmekteler. Ama otel personelinin arayışı sürüyor. En sonunda balkonunu süpüren bir teyze görüyorlar, ona seslenip soruyorlar, ve sürpriz! Buz bulunuyor. Diyeceğim o ki... O insanları sizin içkiniz için buz vermeye zorlayamazsınız. Yani zorlarsınız da, hoş olmaz, yakışık almaz. Misafir, kendi evinde çok doğal karşılasa ve ihtiyaç olarak görse de gittiği yerde buz (Tabii burada buzu sadece örnek olarak kullanıyorum. Yerine göre bu sıcak su, akan su, beyaz peynir, çay, içki, saç kurutma makinesi vs. olabilir) bulunmadığını kabul edebilmeli. Hatta oteldekiler buz bulmak için çaba bile harcamayabilirlerdi. Hatta hatta en başta dışarıdan içki getirilmesine bile izin vermeyebilirlerdi. Ev sahibinin koşullarına ve kurallarına riayet etmek misafire düşer. Ama tabii ideali bu olmalı. Misafir talepte bulunur. Ve sonrasını, bu talebi karşılayıp karşılamama kararını ev sahibine bırakır. Yargılamaz, eleştirmez, şikâyet etmez, baskı yapmaz, zorlamaz. Talepten sonra ilk adım karşı taraftan gelmelidir. Ev sahibi de, kendisi yapmaz ve onaylamazken sizin isteklerinize saygı duyuyor ve size bu hizmeti sağlamak için çaba sarf ediyorsa bu takdir ediliyor zaten. Arada özel bir bağ kuruluyor. Saygı da, saygısızlık da karşılıklı oluyor aslında. Eğer bir taraf kendini dayatıyor ve diğer tarafı kendine uymaya zorluyorsa bu ancak karşı tepki doğuruyor. Ve bugün dünyada yaşanan çoğu sorunun kaynağı da bu bence. İnsanların kendi doğrularını, kendi yaşam şekillerini, algı ve inançlarını başkalarına dayatma istekleri. İtalya'da Heykel “Krizi” “Sanat ve kültür şehri Roma'da, koca İtalyan hükümetinin politik ve ekonomik faydalar için bu tip tavizler vermesi tek kelime ile "zavallılık"tır.” “İtalya'da Yaşayan Türkler” grubuna düşen mesaj buydu. Olay malumunuz. “Maalesef ben sana katılamıyorum,” dedim bunu yazan arkadaşa. “Kocam da eve geldi, benzer şeyler söyledi ama ne var bunda bu kadar abartacak? Kanımca İtalyan hükümetinin yaptığı doğrudur.” Ve yukarıdaki olayı anlattım. Dediğim gibi, kocam da olayı “skandal” diye nitelemişti. Anlattığında, “E ne var bunda?” diye sordum temkinli. Ben onun neden bu kadar abarttığına şaşırdım, o da benim bu kadar hafife almama şaşırdı. İlk okuduğum haberde Ruhani'nin ziyareti öncesi İtalya'ya gelen protokolden birilerinin “Bunların kapatılması daha iyi olur” dediği yazıyordu. Karşılıklı saygı, böyle bir dileğin yerine getirilmesini gerektirirdi kanımca. Ha, İran'dan talep gelip İtalya hükümeti buna hayır deseydi ve İran bunun üzerine gelmekten vazgeçseydi bu da hoş olmazdı. Ama onun yerine çok daha akıllıca bir çözüm yolu bulunabilirdi elbet. İran heyetini illa çıplak heykellerin olduğu bir yerde ağırlaması gerekiyor muydu İtalyan hükümetinin? Başka güzel bir yer kalmadı mı canım Roma'da? Sonra Ruhani'nin açıklaması düştü haberlere. “Bizden böyle bir talep gelmedi,” diye. Bu, benim gözümde, İtalyan hükümetinin yaptığını daha değerli kılıyor. Dünyayı gezmiş, İran'a gitmiş ve başını örtmekten gocunmamış biri olarak, Ruhani istemeden böyle bir şey yapmışlarsa bunun sadece düşüncelilik olduğunu düşünüyorum. Tabii, dediğim gibi, başka bir yerde ağırlanabilir ve bu tür polemiğe hiç yol açılmayabilirdi; böylesi çok daha uygun olurdu. Ama bir ülkenin lideri sizin ülkenize gelince misafirperverce davrandınız diye taş atılması ve bunun böyle aman da milli kültüre hakaret diye görülüp bu tarz bir söylem yaratılması milliyetçiliğe davetiye çıkarmaktan başka bir şey değil. Milliyetçilik de tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır, alevlendirilmesi gereken değil. Forza Italia (Haydi İtalya) partisinden Daniele Capezzone, "Ülkem, İran karşısında utanç verici bir şekilde eğildi. İtalya bu kadar düştü mü?" demiş. Başka bir muhalefet Barbara Saltamartini, "Sanırım hükümetimiz, köklerimiz ve tarihimizden utanıyor. Bari kadın bakanlarımızın başlarını da örtselerdi. Şimdi sanat eserlerimize başörtüsü mü takmak zorundayız?" demiş. Demişler de demişler. Aman deyin, aman abartın, aman çarpıtın, aman olay yaratın ve büyütün. Aman “köklerİMİZ” ve “tarihİMİZ”den utanca çekin. Tarihlerini sanatlarını ayaklar altına almışlar. Aman yarabbim daha nasıl abartı? Il Giornale “Batı'nın binlerce yıllık kültürünü İslam'a ezdirdi,” demiş. Sanki İran'ın senden daha eskiye giden bir kültürü yok! “Bu, hem İtalya hem de Batı kültürüne büyük bir tokattır." “Ben sana bir tokat atacağım şimdi, göreceksin,” diyesim geliyor. İnsan bu, insan. Hata yapar. Basiretimiz tutulur, olur. Hepimiz hata yaparız. Tabii insan devlet yönetimindeki kişilerden biraz daha çok şey bekliyor ama onlar da maalesef çok yüksek kapasiteleri olan insanlar olmuyorlar genelde. Ortada bir yanlış varsa heykellerin örtülmesi değil, İran protokolünü çıplak heykelli bir mekânda ağırlamaya kalkmaktır. Bu hatayı da ben şahsen hoş görebiliyorum. Birtakım haberlerde yapıldığı gibi bunu kişisel olarak alıp, İtalyanların şahsına hakaret, aşağılama, yok sanatımızı kültürümüzü hiçe saymak, her laiklik ilkesine ihanet, laikliğe saldırı, bir ülkenin kapitülasyonu, ulusal ve küresel rezalet, hiçbir İtalyan vatandaşının hak etmediği, hiçbir iş anlaşmasının meşrulaştıramayacağı gibi ağır cümleler ve ifadelerle milliyetçiliğe doğru çekmek, “Gerici Renzi, İtalya'yı dünyaya rezil etti”, “Bizim şahane kültürümüz onlarınkine boyun eğdi” diyerek sen-ben çekişmesine getirmekse benim gözümde kolayca affedilecek bir hata değil. İnsanlar galeyana gelmeye ne kadar hazırlar! Yapmayın lütfen yapmayın n'olursunuz. Alet olmayın, körüklemeyin. Alet etmek isteyenlere izin vermeyin. Ben saygının bunu gerektirdiğini söyledim. “Saygı dengede değilse ve karşılıklı değilse sağlıksız bir ilişkiyi ifade eder...” diye bir cevap aldım. “Saygı unsurunda dengesizlik diye neyi kast ediyorsanız açıklarsanız anlarım belki. İran İtalya'ya karşı saygısız bir davranışta mı bulunmuş?” dedim, cevap yerine bir suçlama geldi. “Çok net olarak muhafazakarlıktan öte bir sansürü savunuyorsunuz!” Neymiş efendim benim mantığıma göre muhafazakar hiç kimse Floransa Piazza della Signoria'ya gitmememeliymiş. Benim mantığıma göre son 150 yılda Anadolu'daki heykellerin cinsel organlarını tahrip etmiş ve fresklerin gözlerini oymuş olanlar vandal değilmiş. Ben de salaklık yaptım ve defansa geçtim. Klasik bir oyun aslında bu. Söylemi olmayan insan karşındakini suçlamaya geçer, siz de saldırıyı defetmeye çalışırsınız. “Ufufuf!...” dedim. “Kusura bakmayın, ben hiiiç böyle polemiklere giremeyeceğim, bu tarz suçlamalara da gelemeyeceğim. Bana sansürü savunduğumu söylemek abesle iştigal. Ben karşılıklı saygıdan bahsederken söylediklerimi çarpıtmaktan başka bir şey değil. Ayrıca benim mantığım hiç mi hiç dediklerinizi gerektirmiyor. Muhafazakarlar ne yapmayı seçerse seçer, Floransa'ya giderse gider gitmezse gitmez. Konuyla ne alakası var? Veya benim dediğim aman da heykellerin cinsel organları tahrip edilmeli gözleri oyulmalı mı? Cidden ayıp bunu öne sürmen dahi... Kaldı ki, madem heykelleri örtmeyi seçeceksin neden başka bir yer seçmeyi düşünmüyorsun? Yanlış olan şey bu. Heykellerin örtülmesi değil. İran heyetinin ağırlanacağı yeri kim belirlemiş? İran heyeti 'Aaah ben Capitolini'nin methini çok duydum, ben orada basın toplantısı yapmak isterim' mi demiş? Hiç sanmam. Ve dediğim gibi, Roma'da başka güzel yer mi yok Allah aşkına?” Ama karşımdakinin aklı dinlemek gibi bir arzusu ve kapasitesi de yok. Aynı şekilde devam etti: “Davut'un heykeli var mesela o sabah şehre gelen İranlı, Kuzey afrikalı, suudi, malezyalı Türk vs grupları düşünerek Floransa belediyesi bazı heykelleri örtmelidir...... Zaten Renzi'nin şehri.. bu şekilde saygılı davranmış olurlar... :)” “Lütfen...” dedim. “Olayları çarpıtıp başka boyutlara çekmek, tırmandırmak kadar da kötü bir şey yok. O gruplar oraya gelmek zorunda değil, gelmişlerse orayı görmeyi seçmişler, orada olanı görmeyi kabul etmişler demektir. Benim İran'a gittiğimde başımı örtmeyi kabul etmiş olmam gibi. İş hükümet davetine gelince o başka bir şey. İran heyetinin seçim hakkı var mı nerede basın toplantısı yapılacağına, nerede yemek yeneceğine dair? Kim belirliyor bunları? İran heyetini neden illa çıplak heykelli yerde ağırlamak zorundasın? Neden? Söyler misin bana lütfen?” İnsanlar, özellikle de yazılı iletişimde, cevapları olmayan sorularınızı, işlerine gelmeyen noktaları atlamaya meyilliler. Soruma cevap yerine gelen açıklama şu: “Saygı karşılıklı olması gereken bir şeydir...” “E evet öyledir elbette. İran'ın İtalya'ya saygısızca bir davranışı mı olmuş benim bilmediğim? Ha, İtalyan hükümeti oraya gider, İran onlara saygıda kusur edecek bir davranışta bulunursa o zaman konuşuruz yeniden. Yani İtalyanlar ilişkilerini yeniden gözden geçirebilirler.” Yine cevap yok. Ama ben, Küçük Prens gibi, cevap alana kadar rahat bırakmam pek insanları. “'Saygı ise dengede değilse ve karşılıklı değilse sağlıksız bir ilişkiyi ifade eder...' dedin. Niye dedin? 'Saygı karşılıklı olmalıdır' dedin. Doğru. Ama niye dedin? Yani eğer 'İranlılar saygı göstermezken İtalyanlar saygı göstermiş' demeye getirmediysen niye dedin?” diye sordum, tabii ki yine cevap alamadım. Ben biliyorum niye dediğini aslında. Sadece büyük laf etmiş olmak için demiş. Düşünüp dediğinden değil. Bir de İran'ın insan hakları ihlalleri dayanak gösterilerek yapılan eleştiriler, tepkiler vardı. Muhalefetteki Cumhuriyet Senatosu Başkan Yardımcısı Maurizio Gasparri "Bu, İtalyan otoriteler tarafından emredilmiş, kendi ülkesinde idam cezaları verdiren, özgürlüğü ve İsrail'in varlığını tehdit eden ve bu ihlallerine tolerans gösterilen, ödüllendirilen bir kişiliğin yararına yapılmış kültürel bir fahişelik jestidir" demiş. Aman lütfen deyin. Kendinize bakmadan başkalarına bok atın. Siz çok harikasınız ya. İran çok harika bir ülke olmayabilir ama şu anda Türkiye dahil, Amerika da dahil, eli kanlı olmayan, başkalarına karşı suç işlememiş kaç hükümet vardır bilemiyorum. Amerika'da da idam cezası var, kimse ona bir şey demiyor. Dışarı açılmaya hazır bir ülke ile kötü başlangıç yapılmaması gerekir. Ha, madem İran'ın ricası İtalyan kültürüne saygısızlık görülecek, çıplak heykellerin olmadığı bir yerde ağırlarsın heyeti, iki tarafın kültürüne de saygısızlık olmaz. Bu kadar basit. Niye anlatamıyorum bunu ben? Yoksa onlar mı anlamıyor, anlamak istemiyor? Paraya Saygı Bu dediklerim üzerine tartışmaya başka bir konu getirildi: “Mesele hiç misafirperverlik filan değil aslında. Mesele tamamen kapitalist çıkarların hükümetleri ne komik ve acınası durumlara düşürdüğü meselesi; 17 milyar avroluk anlaşmalar silsilesi olmasa o heykeller kutular içine girer miydi? Bunu düşünmek gerek...” “Ben İtalyan hükümetini samimi bulmadım, ekonomik bir anlaşma için şirin görünüp kraldan çok kralcı olmuş.” Bu “jest” 17 milyar avroluk anlaşmaların hatırına mı yapılmış? Belki de... Olabilir. İtalyan hükümeti samimi olmayabilir, para için yapılmış olabilir; ama ben bunda da bu kadar tepki gösterilecek ne var anlayamıyorum, kusura bakmayın. Hükümetlerin hepsi, ama hepsi, çıkarları yönünde hareket ediyorlar. Bunu yaparken heykel örtmekten çok ÇOK daha rezil işler yapıyorlar genelde. Başka ülkelerdeki masum insanları çocukları bombalamak veya silah üretip satarak savaşı teşvik etmek veya yalanlar atıp insanlara korku salarak onları yönetmek vs gibi. İyi tamam, hoş olmamış İtalyan hükümetinin yaptığı. Ama sanki heykelleri imha mı etmişler? Heykeller orada sapasağlam duruyor, onların kılına bir zarar gelmemiş. Şimdi açılıp saçılmışlardır da herhalde artık. Benim İran'a gitmiş olmam gibi. "Farklı bir deneyim edindik" diye bakıyordur belki heykeller :) Veya "Ühüüü, bizi poşete koydular" diye ağlamışlardır belki ama şimdi keyifleri geri yerine gelmiştir eminim. Biz, yani siz niye bunu bu kadar kabul edilemez buluyorsunuz? Belki de İtalya'nınki karşısındakinin dünya görüşüne değil de paraya saygıdır. Olabilir. Bunun hâkimliğini yapmak bana düşmez. Para kazanmasa dahi sevdiği işi yaparak yaşamayı tercih eden veya bunu yapabilen mutlu azınlık dışında dünyadaki herkes para denen şey için hayatını satıyor, kalkıp işe gidiyor. Böyle bir dünyada yaşarken İtalya'nın yaptığını niye ve nasıl eleştiriyorsunuz? Neden komik ve acınası duruma düşmek diye tanımlıyorsunuz bunu? Bence sadece kendilerini kötü bir duruma düşürmüşler ve yanlış yapmışlar, bu kadar. Daha ötesine çekmenin gereği yok. Saygısızlık- Kendine mi Başkasına mı? İtalya gibi rönesansa ev sahipliği yapan bir ülkede bu davranış misafire saygı değilmiş. İtalya'nın kendi kültür değerlerine saygısızlığı imiş. Bir heykel erotizmi temsil etmiyormuş. Rönesans deyince bunun bana çok şey ifade etmesi gerekiyormuş. Rönesans denince akan suların durması gerek tabii. Huşu ile önünde eğilinecek, saygı duruşunda bulunulacak. Dedim ki... "Bu İranlılara saygı değil” diyorsan, ve ortada bir saygısızlık varsa, dediğin gibi o İtalyanların kendilerine saygısızlığı. (Yoksa bizim kendimize saygısızlığımız mı demeliydim? Ne de olsa ben de bir İtalyanım.) İnsan da kendi kendine saygısızlık edebilir kanımca. Yeter ki başkasına etmesin. Bu da benim görüşümdür. İnsanın görüşleri, bakış açısı kendini tanımlar, karakterinin göstergesidir. “Onun dışında İtalya bunu yapıyorsa ve İran onaylıyorsa (ki istemedik deseler de hoşlarına gitmiş gözüküyor) o zaman mesela İran'a gidecek İtalyan heyetinde mini etekli bir İtalyan bakan olursa bu da İranlıları rahatsız etmemeli ve/veya değerlerine bir saldırı olarak görülmemeli. Bunlar sadece göstermelik, şov amaçlı yağcılıklar... Birlikte yaşamak ve birbirine saygı duymak bu demek değil. Herkes kendi mahremini zaten farklı yaşıyabiliyor. Mutaassıp olduğunu bildğiniz bir ailenin evine giderken giyiminizi abartmazsınız ama kalkıp tesettüre de girmezsiniz zaten dekolte giymemek vs yeterli saygıdır aynı şekilde herşey karşılıklı olur muhafazakar bakış açısı da mini etekliye namussuz diye bakmayacak...” dedi karşımdaki. Böyle bir argümanın neresinden tutsam bilemedim. İran onaylayacak tabii ki İtalya'nın yaptığını, hoşuna gidecek tabii ki, gitmese miydi? Niye gitmemeliydi? Onun dışında insanın iki cümle sonra kendisiyle tutarsız olmasına ne demeli? Hem diyor ki "Mutaassıp olduğunu bildğiniz bir ailenin evine giderken giyiminizi abartmazsınız ama kalkıp tesettüre de girmezsiniz zaten dekolte giymemek vs yeterli saygıdır" hem de "İran'a gidecek İtalyan heyetinde mini etekli bir İtalyan bakan olursa bu da İranlıları rahatsız etmemeli ve/veya değerlerine bir saldırı olarak görülmemeli..." diyor. Dekolte giymemenin yeterli saygı olduğu yerler var, ki bir kadın olarak ve birçok Müslüman ülke gezmiş bir kadın olarak bu konuda söz hakkım olduğunu sanıyorum. Mısır, Suriye (eski Suriye), Malezya vs. bu ülkelerden. Ama İran veya Suudi Arabistan bunun yeterli olmadığı ülkeler. Burada da neyin yeterli olduğunu dışarıdan biri belirleme hakkına sahip değil maalesef. Başını kapamak istemeyen İran'a gitmek zorunda değil. David heykelini görmek istemeyen Floransa'ya gitmek zorunda değil. Bu kadar basit. Ondan sonracıma... Muhafazakar bakış açısı mini etekliye namussuz diye bakar, istediği gibi bakar ve değerlendirir, sonuçta herkes karşı tarafı yargılıyor, herkesin kendine göre bir hayat görüşü var. Yok öyle "Namussuz diye bakmayacak" demeye kalkıyorsan sen de kendi doğrunu başkasına dayatıyorsun ve başkalarını eleştirdiğin aynı yanlışa sen de düşüyorsun demektir. BAKMAYACAK! Nedir bu? Ferman mı? “Bakmamalı” dersin hadi neyse. Görüş bildirmektir. “Bakmayacak” diye kimseye ne yapmayacağını dikte etmek olmaz. Ayrıca insan istediği gibi bakar. Yapılmaması gereken namussuz diye tokat atmamak cinayet işlememek vs. idir. İtalya'nın yaptığı göstermelik, şov amaçlı yağcılık olabilir. Para uğruna yalakalık olabilir. Ama biz prensip olarak konuşuyoruz, yapılmalı mıydı yapılmamalı mıydı diye tartışıyoruz sanıyordum. Benim dediğim başka türlü yapılmalıydı. Bu kadar. Ve bir saldırıya daha uğradım. On yerinde çelişen birine cevap veremezmiş. Konuyu aşmışım, özelden yazılması gereken şeyleri grupta yazıyormuşum vs. Bir kere, özelden yazılması gerektiğini düşünüyorsa kendi niye özelden cevap vermiyor bana bu şahıs? Tepem iyice atmıştı artık. Yapmamam lazımdı, ama sakinliğimi koruyamadım. “Ben konuyu aştıysam kusura bakma sen de haddini aştın,” dedim. “Önce mesnetsiz bir şekilde beni sansürü savunmakla suçladın, alakasız bir şekilde vandalizme geçtin. Özür bile dilemedin bir şey demedim. Şimdi kalkmış 10 yerimde çelişmekle itham ediyorsun, bir tek örnek dahi vermeden! Ben senin nerede çeliştiğini söyledim sana. Ha eğer konudan çıkmışsam da önce sen 'Muhafazakar bakış açısı mini etekliye namussuz diye bakmayacak' dediğin için çıkmışımdır. Bana göre fikir özgürlüğünde sınır yok. Senin tarzınla söyleyecek olursam o zaman sen de 'O insanlara mutaassıp, geri zihniyetli, fanatik diye bakmayacaksın' ama insanlar bakıyor. Dayatma olan sansür ve yasaklama dediğin sanki İranlılar İtalyan hükümetine zorla kapattırmışlar heykelleri gibi konuşuyorsun. İnsan kendine sansür uygular. Bunu saygı için de yapmış olabilir, dediğiniz gibi para adına yalakalık için de yapmış olabilir. Hükümetin yaptığını eleştirirsin ama bu boyutlara çekmeden. Ortada bir yanlış varsa o da İran protokolünü orada ağırlamaktır, illa orada ağırlanacaklardıysa yapılan uygundur. Sen katılmayabilirsin, öyle görmeyebilirsin o ayrı. Nasıl ki mutaassıp birinin evine giderken mini etek giymiyorsam İran'a giderken kadın olarak başımı örtüyorsam, onları evime davet ettiğimde de mini etek giymem, keza çıplak heykellerimi gözlerine sokmak zorunda değilim laiklik vs adına. Buna sansür diyorsanız sansür olsun, ben saygı diyorum. Olsa olsa oto-sansürdür onda da mahsur görmüyorum. Asıl sansür resimlere heykellere incir yaprağı takmaktır. Onu da İtalya yüzyıllarca yapmıştır zaten.” Sonunda gelen “Herhangi birisinin mini etekliye namussuz diye bakmasıyla bir kadına tecavüz etmeyi düşünmek arasında fark göremiyorum. Bunu savunuyor olmanız bence 1. çelişkiniz....” diye başlayan beş maddelik zorlama ve abuk bir “liste” ve suçlama oldu yine. “Siz sadece "haklı" olmak istiyorsunuz sanırım o sebeple bu bir fikir tartışmasını aştı. Objektif olamadığınızı düşünüyorum. Heykelleri ha kırmışsın ha örtmüşsün çok büyük fark yok. Bence özeleştiri yapmalısınız veya objektif olmak istiyorsanız biraz bakış açınızı genişletin isterim.” Grup içinde ses çıkarmanın, tartışmaya girmenin tuhaf bir dinamiği var. İnsanların sizin tartışmanıza şahit olduklarını bildiğinizde bir şey bekliyorsunuz. Başka birinin müdahale etmesini, size saldıran birine sizin adınıza cevap vermesini bekliyorsunuz. “Ha kırmışsın ha örtmüşsün çok büyük fark yok.” diyen birine “Abuk sabuk konuşma” diyen biri çıkmadı benim adıma, benimle aynı fikirde olmasa bile söylediklerimin çarpıtılıp bana haksız suçlamalarda bulunulmasına sesini çıkarmadı bir tek kişi. Bendedir belki de abukluk. İnsanlara tahammül edemiyorum zaten artık. Yaşla birlikte iyice katlanamaz oldum. Fikir bazında tartışmayı beceremeyince kendini köşeye sıkışmış hissedip karşısındakinin söylediklerini çarpıtıp ağzına laf tıkan bu tarz saldırgan insanlara hele hiç gelemiyorum. O nedenle de gruplar bana göre değil, anladım bunu artık. Seçilmiş insanlardan oluşan gruplar kurmak gerek. Veya tek başına kalmak. Bunun üzerine gruba yazdım. “İnsanların kendi düşüncelerini beyan edip... (bakınız "herhangi birisinin mini etekliye namussuz diye bakmasıyla bir kadına tecavüz etmeyi düşünmek arasında fark göremiyorum.") siz öyle düşünmüyorsanız bunu sizin çelişkiniz diye göstermesi nasıl bir kapasitesizliktir bilemiyorum. "Bir insan sizin yazdıklarınızı savunuyorsa anadoluda yaygın olan heykellerde cinsel organların kırılmasını da savunuyor demektir" diye yazmak nasıl bir çarpıtmadır. Düşünce başka bir şey eylem başka bir şey, insan bunu göremiyorsa ne denir? Tecavüz etmeyi düşünmekle tecavüz etmek arasında fark yok, heykelleri ha kırmışsın ha örtmüşsün çok büyük fark yok. Size göre öyleyse öyle olsun. İlkinde kanuna göre fark var. Eğer bu grupta beni destekleyecek bir tek kişi çıkmıyorsa da ben bu gruptan çıkıyorum,” dedim. “Ben kendi kendime kendi sitemde çalar oynarım. Herkese selamlar.” Zaten başta girmek hataydı aslında, FB “like” edip düşünce üretmeyen üretemeyen insanlardan oluşuyor maalesef çoğunlukla. Herkesle aynı kışkırtıcı söylemi paylaşmıyorsanız saldırılıyorsunuz. Kapalı gruplarda insanlar genelde ilgisiz oluyorlar zaten, kimse araya girmek, kimseyi karşısına almak istemiyor. Anlıyorum da tabii onları. Niye bulaşacaklar ki? Seyirci olmak güzel. O nedenle iki kişi sokakta kavgaya tutuşunca etrafa kalabalık toplanıyor. O nedenle gazetelerde iki köşe yazarı atışmaya başlayınca tirajlar yükseliyor. O nedenle televizyonlarda kaynana-gelin çekişmesi, evlendirme programlarında kadın-erkek çekişmesi vs. çok tutuyor. Ama o çekişmenin bir tarafı olmak hiç hoş değil. Yani benim için değil. Ama doğru bildiğimi söylemeden de duramıyorum, susamıyorum. Sonra da başıma iş açıyorum işte böyle. Tüm bu insanlar da benim sansürü savunduğumu mu düşünüyor? Böyle bir şeyi akılları alıyor mu, alabiliyor mu? Neden her şeyi "like" eden insanlar "Böyle bir şeyi iddia etmek abesle iştigal" dediğimde bunu “like” etmiyor? Dünyayı gezmiş, onca farklı kültürün arasına girmiş birine böyle bir suçlamada bulunulması, bulunulmaya kalkılması abesle iştigal değil mi? Oto-sansürü savunduğumu söyleyebilirsiniz. Ki savunuyorum da sanırım. Üstelik herkes, sansürü nasıl tanımladığına göre az ya da çok oto-sansür uygular. (Herkesin ortasında çıplak dolaşmamak ve herkesin gözü önünde sevişmemek de bir tür oto-sansürdür ona bakacak olursanız. Toplumun ahlak anlayışının yansımasıdır. Kimi yerde sokak ortasında öpüşülür, illa dinle bağlantılı olması gerekmiyor, Laos'ta, evli olsanız dahi el ele tutuşmak dahi çok uygun kaçmaz. Tayland'da bir kız beni motosikletine aldığında gayriihtiyari elimi beline koymuştum tutunmak için de gülerek tutup çekmişti elimi.) Ben kendime zarar verecek derecede açık sözlü bir insanımdır, insanlara haklarında düşündüğümü söylemekten, kimseyi karşıma almaktan çekinmem. Çok hoşuma da gitmiyor bu, düşman ediniyorum sonuçta, ama tutamıyorum da işte kendimi.: iş doğruluğuna inandığım konulara gelince... Bu ayrı bir şey. Bazı şeyler karşındakine saygının dışında inceliktir, nezakettir. Gerçekten İran heyetinin gözüne çıplak heykel sokulmalıydı mı diye düşünüyorsunuz? Böylesi mi uygun olurdu? Böylesi mi onurunuzu kurtarırdı? Nedir yani? Göğsünüzü gere gere sanat mı sergileyecektiniz onlara? İtalyan sanatını? “Ben bir şey savunmuyorum, sadece görüşümü belirtiyorum, kimse katılmak zorunda değil,” demiştim. Değil de. Yapılana ben saygı diyorum onlar sansür diyebilirler, bunun mahsuru yok. Farklı düşünebiliriz ve farklı düşündüğümüz konusunda anlaşabiliriz. Ama benim birilerine bir şey anlatma derdim var. Öğretmenlik damarım kurusun. Ukalalık da diyebilirsiniz ama ben dünyada birçok şeyin tersinden işlediğini ve değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sitemdeki her yazı da buna yönelik. Sınırların hayali çizgiler olduğunu vizelerin ırkçılık olduğunu herkese anlatabilmek, herkesin bunu böyle görmesini sağlamak istiyorum. İnsanların bir tartışmaya girdiklerinde karşılarındakine mesnetsiz suçlamalarda bulunmaması, bulunduklarında bunu kanıtlamaya mecbur tutulmaları, kişisel saldırıya başvurduklarında akla davet edilmeleri, aksi taktirde de grup dışına itilmeleri gerekliliğini de kabul ettirmek istiyorum. Bir grupta açık suçlamalara bir kişi dahi sesini çıkarmıyorsa, toplum olarak Can Dündar'ın hapse atılmasına ses çıkarmamak da doğal sayılmalı. Neden yalnız bırakılıyorum ben ılımlılık tavsiye ettiğimde? Söylediğim çok mu mantıksızdı? 4000 kişilik bir grupta birisi "Bu tek kelime ile zavallılıktır!" dediğinde 8-9 kişi "like" ediyor da ben "En doğrusu İran heyetini ağırlamak için başka bir yerin seçilmesi olurdu" dediğimde bir tek kişi, bir tek kişi dahi "Evet doğru" demiyor? Neden? Gerçekten anlamaya çalışıyorum. Nedir bu kadar dokunan şey insanlara? Gerçekten merak ediyorum ve anlamaya çalışıyorum. Ama tek çıkarabildiğim maalesef insanların galeyana gelip manipüle olmaya, bu tür kışkırtıcı şeylere yatkınlığı. Ilımlılık ve akla davetse kolay kabul görmüyor çünkü belli bir kapasite ve düşünmeyi gerektiriyor, yani çoğu insanın yapmadığı yapamadığı bir şeyi. “Ben güzel sanatlar eğitimi görmüş ve sonrasında arkeoloji alanında master yapmış biri olarak görüşlerimi oldukça net ifade ettiğimi düşünüyorum,” dedi o ilk “tek kelime ile zavallıktır” yorumunu yapan kişi. Yazdığı tek cümle ile "görüşlerimi oldukça net ifade ettiğimi düşünüyorum" demesine hayran oldum doğrusu! :) Çünkü ben bunca yazmama ve anlatmama rağmen halen net ifade edemediğimi, insanlara anlatamadığımı düşünüyor, eğitmenlikten kalan alışkanlıkla bir de başka türlü anlatmayı deniyorum. “Tüm o yazdıklarına rağmen, benim tüm o yazdıklarını net ve kesin anlamama rağmen düşüncemin değişmediğini bilmeni isterim,” dedi sonra. “Nedir size bu kadar dokunan?” dedim, buna cevap veremiyordu. “Kocaman bir yanlış.” Dediği diyebildiği bu kadar!? Düşüncesi değişmiyor tabii. Çünkü aslında mantığa değil, bir nedenle duygusal bir tepkiye dayanıyor bu insanların düşünceleri. Kişisel hakaret diye alıyor, algılıyorlar. Geniş bir perspektiften bakamayınca da insanın doğruyu-yanlışı görmesi pek mümkün değil. Düşünceye Saygı... “Ne düşündüğüne tamamen saygı duyduğumu bilmeni isterim,” diye bitirmişti sözünü. Bunun üzerine düşündüm. Bunu belirtmesi gerekmiyordu. Ben kimseden düşüncelerime saygı beklemiyorum. Beklediğim, söylediklerimi çarpıtıp ağzıma laf sokmamaları, bir ithamda bulunduklarında bunun mantık zincirini kurarak açıklayarak yapmaları ve de düşüncelerim yüzünden kişisel saldırıya başvurmamaları. Ben şahsen kendi adıma herkesin düşüncesine saygı duymuyorum. İnanca saygı duyarım; ama belli düşüncelere, düşünce yapılarına ve ifade biçimlerine saygı duyamıyorum. Bir Kocaman Yanlış “Sanat ve arkeoloji eğitimi alan biri için kabul edilemez bir kocaman yanlıştır yapılan.” Onun tarzında ifade edecek olursam, benim de dünyayı gezmiş ve herkesin hayat anlayışına -başkasına zarar vermeyi içermedikçe,- bize çarpık/yanlış gelse dahi saygı gösterilmesine inanan biri olarak, İran heyetini çıplak heykeller olan bir mekânda ağırlamak kabul edilemez bir kocaman yanlış olurdu. Bu, yapılanın doğru olduğu anlamına gelmiyor. Hoş olmadığını, baş eğmek gibi durduğunu, “brutta figura” olduğunu kabul ederim. Bunun farkındayım, kötü durmuş. Ancak en başta böyle bir duruma sokmaya gerek yoktu. Halen aynı şeyi tekrarlıyorum, tekrarlamak zorunda hissediyorum kendimi. Çünkü bir tek kişi bunu tasdik etmedi. (Veya çünkü bir tek kişiye bunu tasdik ettirmeyi başaramadım!) Çünkü çok doğru ve akıllıca olanın bu olduğuna hiç süphem yok. Canım Roma'da İran heyetini ağırlanacak başka bir yer bulunamaz mıydı? Kocam Fransızların şarap ikramı tartışmasına girmemek için akşam yemeği daveti yerine sabah kahvaltısı/brunch yaptıklarını söyledi. İtalyanlar da en başta daha uygun bir yer seçip hiç bunlara girilmesine yol açmasalarmış en iyisi değil miydi? Bilmiyorum... Yani biliyorum, insanları çok zorluyorum. Var öyle bir huyum. Ama cidden cevap alabilmek istiyorum, anlamak istiyorum. Anlatmak da istiyorum; bir çocuğa iki artı ikinin dört ettiğini anlatamayan öğretmenin çaresizliğini yaşıyorum. Sonunda farklı bir şekilde denedim. “Sence Capitolini yerine başka bir yer seçilmeli değil de Capitolini'ye götürülerek ve heykeller örtülmeyerek mi ağırlanmalıydı İran heyeti?” diye sordum. Cevap yok. İnsanların neyi savunduklarını dahi bildiklerini sanmıyorum. “Bir kocaman yanlış”ta takılı kalmışız. Düşünce, İfade ve Eylem Düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve eylem özgürlüğü... Bunların üçü ayrı şeyler. Teker teker inceleyelim: 1- Düşünce özgürlüğü belki de dünyada yaşadığımız, daha doğrusu yaşayabileceğimiz tek özgürlük. Henüz dünyada kimsenin düşüncelerini okuyup onlara engel olma yöntemi geliştirilmedi. O nedenle kimsenin kendi kafasında düşündüklerine zincir vurulamıyor. O nedenle bazı insanlar yıllarca demir parmaklıklar ardında tutulsalar bile kendilerini özgür hissediyorlar. Ama az önce “yaşadığımız” kelimesini düzeltip “yaşayabileceğimiz” diye değiştirdim. Neden? Çünkü düşünceye engel olamayacaklarını bildikleri için güç sahibi olmak isteyenler düşünceyi şekillendirip yönlendirme yolunu seçmişler. Televizyon, medya neden bu kadar güçlü? Sosyal medya neden bu kadar tehdit edici veya dönüştürücü? Veya bağımlılık yapan bir uyuşturucu gibi insan davranışlarını belirleyici? Eğitim neden zorunlu? Devlet eğitimi, müfredatı belirlemesi neden bu kadar vazgeçilmez? Çünkü bütün bunlar çocukluktan başlayarak insan beynini şekillendirmeye yönelik çabalar. Kim yapmamıştır ki genel görüşe ait söylemi tekrar etmeyi? Şu anda eski kendime bakınca şaşıyorum. İnsanın kendi beyni ile düşünmesini öğrenmesi ne kadar zorlu bir süreç... Üstelik bir noktaya ulaşınca da bitmiyor iş, her an tetikte olunması gerek. Çünkü etrafta duyduğun çok mantıklı gelen genel bir yorumu tekrarlama tehlikesi ile karşı karşıyasın her an. “Ah, ben de “Refugees Welcome” yazıp paylaşayım” dediğim gibi... ( http://www.gulin.world/multeciler-hos-geldi.html ) İnsan kendini toplumun, gündemin akışına kaptırıvermeye her an hazır. Zaten çoğu insanın da durup düşünecek vakti yok, günlük yaşam temposu o kadar hızlı ki, özellikle büyük şehirlerde... Sen de kaptırıveriyorsun gidiyor. Küçük yerlerde de zaten büyük dünya meselelerine kafa yoracak insan pek yok, günlük yaşam gailesi ile geçip gidiyor hayatlar. Ama işte dediğim gibi, “eğitimli” büyük şehir insanı da çok farklı değil. Genelde dünya meseleleri ile yüzeysel bir şekilde ilgileniyor, sürüyü takip ediyor, hayatın içinden geçip gidiyor. Veya hayat onun içinden geçip gidiyor. 2- Şimdi gelelim ifade özgürlüğüne... En önemlisi, insan düşünmeden konuşma alışkanlığına son vermeli! Düşünmeden konuşma “özgürlüğü” olmamalı! Bunun dışında ifade özgürlüğü deyince benim kafamda iki şey var. İlki, kanun gözü önünde ifade özgürlüğü. Genelde devlet güvenliğini tehlikeye atmamak, nefret söylemi yapmamak diye kriterler var tüm dünyada genelgeçer kabul gören. İkincisi, benim gözümde ifade özgürlüğü. Bu ikincisi de ikiye ayrılıyor. İlk kısmında kanun gözünde yasa dışı, tu-kaka olan şeyler dahi benim gözümde mübah. İnsan her istediğini her düşündüğünü söyleyebilmeli. Buna her tür hakaret, her tür savaş borazancılığı da dahil. -Bunlar sadece konuşanın kişiliğinin göstergesi, karakterini ele veren özellikler. O nedenle The Economist forumunda bana karşı hakaret içeren bir yorumu ilk başta şikâyet ettiysem ve bunun üzerine silmişlerse de ben geri yazdım onu oraya. Bir daha o kişiyle tartışmaya girecek biri, o kişinin nasıl biri olduğunu bilsin, kişisel saldırıya geçebileceğini göz önünde bulundursun diye.- Kan dökülmesini teşvik eden insanlar mahkemelerde süründürülüp hapislerde çürütülmeli diye bakabilirsiniz, ama bence sadece toplumdan dışlanmalı. Kötü gözle bakılması yetmeli. Ha, o uygarlık seviyesine ulaşmadık maalesef daha, o başka. Benim gözümde ifade özgürlüğüne dahil olmayansa yalan söylemek ve iftira atmak. İşte maalesef onda da ilkini ayırt edecek bir alet yok. Yani var dense de öyle cart diye çıkarıp test edebileceğiniz bir şey değil. İftira da keza... “Bok at izi kalsın” mantığı ile hareket eden insanlar cezalandırılmalı. Kuru iftira atanlar sürgüne gönderilmeli. Şimdi geliyoruz benim gözümdeki ikinci kısma... İlk kısımda “Yalan söylemeyeceksin, iftira atmayacaksın, onun dışında her şey ifade edilebilmeli” dedim ama aslında “Her şey ifade de edilmemeli!” İnsanlar biraz daha az konuşmalı, daha dikkatli konuşmalı; düşünmeden konuşmamalı. Sözel saldırılar şahsa değil, düşünceye yapılmalı. İnsan başkalarını rencide edici ifadelere kendi sınır getirmeli. Buna en iyi örnek Charlie Hebdo. Elbette yapılan saldırıyı onaylamak anlamında değil asla. Öte yandan Charlie Hebdo'nun çıplak peygamber karikatürü hoş mu yani? Bence hoş değil, dindar olmadığım halde hoş değil. Zekice dalga geçmeyi bilemeyenler başvurur böyle basit ve kışkırtıcı esprilere. Böyle esprileri, Düşünebilirsiniz... Çizebilirsiniz... Ama yayınlamanız gerekmez. Yayınlayıp ulu orta bazı insanların değerleri ile alay etmeniz gerekmez. Yaptığınızda benim gözümde sadece seviyesizliğinizi ifşa ediyorsunuz. Zeka parıltısı göstermenizi tercih ederdim. Evet, bu tür “vulgar” diyebileceğimiz kaba esprileri seven insanlar var, evet kimse o dergiyi alıp okumak zorunda değil. Meraklısı varsa engel olunmamalı. “Niş” bir pazara hitap ediyor, öyle kalsın. Daily Mail ve Daily Express de keza öyle. Şimdi birileri “kitten block” diye bir program hazırlamış. Artık özellikle twitter için linkler kısaltılıyor ya, tam adresi göremediğiniz için yanlışlıkla ona tıklayıp siteyi ziyaret etmeyesiniz diye. Karşınıza çıkanı nereden geldiğine, dolayısıyla nasıl bir haber olacağını tahmin etmeden okuyacak olursanız asabınız bozuluyor yok yere. Tabii fark edip geri kapatabilirsiniz elbette ama yine de bir kez sitelerine tıklamış bulunduğunuz için onların istatistiklerine katkıda bulunmuş olacaksınız. İstatistik ve ziyaret sayısı demek reklam veren demek. Reklam veren demek para demek ve bu da Daily Mail'i desteklemek demek. Eh buna da alet olmak istemiyorsanız “kitten block" kullanıyorsunuz, karşınıza Daily Mail sayfası yerine tatlı kedicikler çıkıyor. Onların ifade özgürlüğüne halel getirmeden siz de kendi adınıza onların ifadelerine maruz kalmama özgürlüğünüzü kullanabiliyorsunuz. Ama işte gelin görün ki gruplar öyle değil. Abuk subuk insanların abuk subuk mesajlarına maruz kalmamak istiyorsanız tek yolunuz gruptan ayrılmak. 3- Şimdi burada da eylem özgürlüğüne geliyoruz... İş eylemde bitiyor bence. Bazı abuk sabuk laflar eden insanlar “herhangi birisinin mini etekliye namussuz diye bakmasıyla bir kadına tecavüz etmek arasında fark göremiyorum" diyebilir ama bir kadına tecavüz etmeyi düşünmekle bir kadına tecavüz etmek aynı şey değildir ve bu ikisi arasında DAĞLAR KADAR fark var. Bir kere, kanun önünde fark var. Ki ben genelde kanunlara göre konuşmayı sevmem ama bu konuda kanunla hemfikirim. Bir kadın olarak, bana tecavüz edilmemesini çok daha büyük bir minnetle karşılayacağıma emin olabilirsiniz. İnsan her şeyi düşünebilir, insanın aklından her şey geçebilir. Hayatta hiç kimsenin kendi düşüncelerine dahi engel olması pek mümkün değil. Özellikle hayvansal bir dürtü olan çiftleşmek veya seks yapmak önüne geçilebilen bir şey değil. Ama irade denen bir şey varsa, ki onun da kaç kişide ne kadar olduğu tartışılır ya, o dürtüyü eyleme dönüştürmemeyi gerektirir. Önemli olan hassas nokta da budur. Kocam veya ben, günün birinde başka biri ile birlikte olmayı hayal edebiliriz. İnsan evli diye hayatının sonuna kadar başka bir kadını veya erkeği arzulamayacak diye bir şey yok. Arzular, insandır bu. Önemli olan onu eyleme dönüştürmemek. Evlilik, sadece bunun sözüdür. Eğer eyleme dönüştürmek istiyorsan verdiğin sözü, evlilik sözleşmeni fesheder ve istediğini yaparsın. Zehir saçıyor bazı insanlar. Hadi insanların saçtığı zehir neyse, bireysel diyeceksiniz. Politikacılar zehir saçıyor, gazeteler zehir saçıyor, televizyon kanalları zehir saçıyor. Bütün bu zehir insanların beyinlerine yayılıyor. Yazıktır günahtır. Zehrinizi kendinize saklayın, dünyaya yazık etmeyin. Anladık, bunu düşünüyorsunuz, gönlünüz istiyor, ama kendinizi tutun; dünyanın ırzına geçmeyin. Heykeller için “Ha kırmışsın ha örtmüşsün çok büyük fark yok” demeye kalkanlar var. Abesle iştigal elbet. Ama işte abesle iştigal eden, etmeyi seven insanlar da var hayatta. Sadece, abesle iştigal edecekleri zaman bunu kendilerine saklasalar, bir şeyleri düşünseler bile susmayı bilseler... Kanımca çok daha iyi olurdu. *** Lütfen sözcükleri bilinçli ve sorumlu kullanalım. Lütfen kelimelere de saygı gösterelim! |