Para Üstüne
Ağustos 2009
Dünyanın etrafında iki tur attım mı attım. Benim gibi birine soracak onlarca soru varken insanların en çok ve tek sordukları ne biliyor musunuz? Para! Ama şimdi bu konuya hiç girmeyeceğim. Anlatmaktan yoruldum. Zaten bilen biliyor işin mantığını. Bütçeyi denkleştirmek için ya daha çok kazanırsın ya daha az harcarsın. Seyahat turizm şeklinde yapıldığında pahalıdır, dünya turu yapmaya kalktın mı yerleşik hayatta ne kadara yaşıyorsan o kadara gezersin. Bir rakam vermemi mi istiyorsunuz? “Üçüncü dünya” ülkelerinde, Afrika'da 8.000-10.000 USD ile bir sene sırtçantanızla dolaşabilirsiniz. Küçük yaşamak da bir alternatiftir, biliyor musunuz? Ona 3.000-5.000 USD daha ekleyin, daha hoş gezersiniz. Ben içki sigara içecek kadar zengin değilim; her gün dışarıda yemek yiyip çay-kahve içecek kadar zengin değilim. Ama evet, illa o hiç sevmediğim lafı kullanmakta diretenler varsa öyle olsun, tuzum kuru. *** Yayıncının bana borcu var. Ödememek için ne kadar güç durumda olduğunu anlata anlata bitiremiyor, kriz de bahane için uygun alet. Ben de dünya turu yapıyorum ya... Hani fuzuli bir şey. Araba alsam, ev borcum var desem herkes anlayışla karşılayacak. Kendi istekleri, hayatta harcamayı uygun gördüğü yerlerle örtüştüğü için bana sızlanamayacak. Karşılıklı ağlaşırdık o zaman. Ama şimdi ben yeniğim, o bana paramı ödememek için haklı gerekçelere sahip. Koz elinde. Kimse parayı nereye harcadığıma bakıp "Senin ihtiyacın yok" diyemez. Yani diyememeli ama diyorlar. Bunları yapıyorsam, başka şeylerden feragat ettiğimi anlamıyorlar. Feragat yanlış kelime aslında, onları istiyor da vazgeçiyor değilim; istemiyorum sadece. Ama şimdi gel de klasik yaşam kaygısı içindeki insanlara anlat bunu. Ben seyahat ettiğim için "çok zenginsin" çıkarımı yapılıyor. Ülkemde de böyle; hani onlar refah içinde olduklarından benim yanlarında sefil kaldığım yerler hariç, (zaten oralarda da pek fazla durmuyorum!) gezdiğim yerlerin çoğunda da. Burma'da bir kızdan bir kitap alırken bana pahalıya sattı, yanımdaki çocuğa 1 $ daha ucuza verdi. Bana 5 deyip ona 4 dedi. Gözümün önünde. Hemen ardımdan. Bu kadar gözüme soka soka yapınca "E madem onun fiyatı öyle, bana geri ver" dedim gülerek. Hani istediğimden de değil. Ama yaptığının adil-hoş olmadığını görmesi için. "Senin için bir şey fark etmez, benim için fark eder" dedi. Belli ki öğretmişler. Çek çocuk için neden fark ettiğini düşündüğünü bilemiyorum tabii! Eskiden sıkı sıkıya sarılırdım parama. Dolandırılmaya fırsat vermek istemezdim. Ama sonra mantık değiştirdim. Bırakıyorum, alsın isteyen paramı. Kosta Rika'da arabanın kilometre göstergesine bakıp bana taksimetre imiş gibi fiyat söyleyen adama bile sesimi çıkarmadım. Gerçi sonradan kötü de hissediyor insan kendini. Ama sandığınız nedenle değil; bu kadar sefil, acınası insanların olduğu bir dünyada yaşadığımıza... Bu dünyadaki düzenin böyle insanlar yaratmış olmasına. Ama şimdi daha farklı bir şey anlatacaktım: Puerto Escondido'da hostelin önündeki pazar yerinden bir ufak kumaş cüzdan beğendim. Parasını sordum, kadın söyledi, uzattım. Yanımdaki Mathew "Pazarlık etsene" dedi. Omuz silktim. "Burası pazar, pazarlık edebilirsin" diye tekrarladı. Ben de biliyorum edebileceğimi. Ama çantayı satın aldığım şu yaşlı kadıncağıza bak. Neden onunla pazarlık edeyim ki? Beni kazıklasa kazıklasa kaç lira kazıklıyor, aldığım şey zaten 3 lira, 5 lira. Eminim torunları vardır, kumarda yemediği belli, onun olsun o para da. İşte aynen Burma'daki kızın mantığıyla düşünüp hiç pazarlık etmeden insanlara istediklerini vermeye başlamıştım bu seyahatte. Halen de yapıyorum. Ama şu var. Evet doğru, benim için fark etmiyor cebimde 1 $'ımın eksik olması. Ve evet doğru, onun için önemli bir fark yaratıyor. Fakat bu mantıkla bakıp 1 $'ın hayatında fark yarattığı herkese o parayı vermeye başlarsam aynı gün içinde ben de onların konumuna düşerim. 1$ benim hayatımda da fark yaratmaya başlar. Para basmıyorum ve maalesef tüm dünyanın ihtiyacını karşılayacak param yok. Olsaydı keşke, inanın dağıtırdım. Neden bazıları daha rahat yaşıyor para konusunda hiç dert çekmeden? Hepsi alın teri mi? Hayır değil. "Daha çok alın teri dökenler daha az kazanıyor" diye bir cümle kursam "genelleme" diyebilirsin ama kimse "yalan, asla/kata" diyemez. Parası olanların, daha çok kazananların kabiliyetleri mi var? Bazılarının evet. Hepsinin mi? Hayır değil. Hem neden bazı kabiliyetler o kadar prim yapıyor? Biri beyin gücüyle bir şey yarattığında milyarları kazansın tabii, ama diğeri alın teri ile kas gücü ile bütün gün çalışıp bir alırken diğerinin saniyede milyon kazanması insani olarak nasıl açıklanır? Açıklanabilir mi? Kim belirliyor neyin ne kadar ettiğini? Arz-talep meselesi mi? Evet, anladığımız şekliyle öyle. Ama bunu belirleyen kim? Elinde para olan insanlar. Parası olmayan neyi talep edebilir ki hayattan? "All we are saying is give peace a chance" diye şarkıya eşlik etti kalabalık, kruvaziyerin ihtişamlı tiyatro salonunda. Mum ışığında etkileyici bir sahne. İnsanın içine işleyen bir duygusallık. Bir adım geri atıp baktığında ise gerçeklik çok başka; orada "fakir" biri olsaydı onun gözünden nasıl görünürdü acaba? Para, nasıl bilmem ama bugün olduğundan daha farklı bir şekilde paylaştırılmadıkça, mesela ihtirasa hırsa göre dağıtılmadıkça veya bolluktan dolayı önemsenmeyen bir nesne haline gelmedikçe, kısaca para iktidar gücünü kaybetmediği sürece, barışın bu dünyada hiç şansı yok. El Dorado Dünyadaki en temel sorunlar paradan kaynaklanıyor belki ama bununla da bitmiyor, biliyorum. Paranın olmadığı dönemde barış hakim miydi ki dünyaya? İnsanın "hamuru"nun da payı var bunda, toplum diye kurduğumuz düzenin de. İnsanların "biz ve siz" ayrımcılığı, kendi doğrularını evrensel doğru olarak görüp herkese dayatma isteği sonsuz. İlk dünya turumda böyle değildi. Zaman mı değişti yoksa ben mi? Her gittiğim yerde "Güvenlik nedeniyle" diye bin bir zorluk ve akıl-izan dışı saçmalıklar. Şimdiye kadar çok üstünde durmamıştım, kabul etmiştim hep bildiğim böylesi olduğu için, aksini düşünme ihtiyacı duymamış veya aksi olabileceğine ihtimal bile vermemiştim. Ama artık haddini aştı her şey. Ve şimdi “Hoop kardeşim, nereye gittiğini sanıyorsun sen, pasaport-VİZE” diyerek, bir yerde doğmuş insanların bana dünyanın o parçasını yasaklamasını içime sindiremiyorum. Biliyorum ama kabul etmek istemiyorum; El Dorado yok bu dünyada. İnsan tatminsiz yaratık. Her şeyi olsa kumarda kaybetmek isteyecek. Huzuru olsa heyecan isteyecek. Risk altında olduğunda güven, her anlamda güvende olsa bu sefer risk isteyecek. İçindeki öfke, cinnet, kin, kibir, çıkarcılık, yalan, sayın sayabildiğiniz kadar "kötü" nitelikler de asla tamamen yok olmayacak. Onları yıkayıp paklayacak bir deterjan da icat edilmeyecek. Biliyorum ama kabul etmek istemiyorum. |