Servetin Damarlari
Makale II: Servetin Damarları, John Ruskin
Esas olarak, çok dikkate değer ve ilginç olan, iş adamlarının “zengin” kelimesinin anlamını nadiren bildiklerini gözlemliyorum. En azından biliyorlarsa, akıl yürütmelerinde bunun göreceli bir kelime olduğu, “kuzey” kelimesi zıddı “güney”i ima ettiği gibi zenginin de zıddı “fakir”i ima ettiği gerçeğine izin vermiyorlar. İnsanlar hemen hemen her zaman zenginliklerden mutlakmış gibi, ve bazı bilimsel kaideleri izleyerek, herkesin zengin olma ihtimali varmış gibi konuşuyorlar. Oysa zenginlikler, elektrik gibi bir kuvvettir, sadece eşitsizlikler veya kendinin olumsuzlaması ile hareket eder. Cebinizdeki ginenin kuvveti tamamen komşunuzun cebindeki ginenin yokluğuna bağlıdır. Eğer komşunuz onu istemeseydi, sizin hiçbir işinize yaramazdı; sahip olduğu güç tam olarak komşunuzun ona ihtiyacına veya isteğine bağlıdır,- ve dolayısıyla kendinizi zengin etme sanatı, sıradan tecimsel ekonomik anlamda, komşunuzu fakir tutma sanatına eşittir ve bunu gerektirir. (...) gerçek mal birikimi, eğer emek üstüne ticari bir güç ile birlikte gelmezse sahibinin pek işine yaramaz. Dolayısıyla, varsayalım ki birisi mıcırlarında zengin altın yatakları; çayırlarında sonsuz büyükbaş sürüleri; evler ve bahçeler, ve faydalı erzaklarla dolu kırkambarları olan bereketli topraklarda büyük bir arsanın sahibi konumuna getirilsin. Ama diyelim ki sonuçta, hizmetçi edinemesin? Hizmetçi edinebilmesi için, muhitinde birinin fakir olması ve ve onun altınını, veya mısırını istemesi gerekir. Farz edelim ki her ikisini de isteyen olmasın, ve hizmetçi edinilemesin. Dolayısıyla, adam kendi ekmeğini pişirmeli, kendi kıyafetlerini dikmeli, kendi tarlasını sürmeli, ve kendi sürülerine çobanlık yapması gerekmektedir. Adamın altını ona arazisindeki herhangi bir sarı taş kadar işe yarar olacaktır. Erzakları çürümek durumunda kalır, çünkü adam onları tüketemez. Başka bir adamın yiyebileceğinden daha fazlasını yiyemez, ve başka bir adamın giyebileceğinden fazlasını giyemez. Sıradan konforlarını temin/tedarik etmek için dahi sert ve alelade amele hayatı sürmesi gerekir; en nihayetinde ya evlerin tamiratını/tadilatını ya arsaların/toprakların işlemesine yetişmeyi başaramayacaktır; ve “benim” diyerek kendi ile zorla dalga geçeceği çorak bir yerin çölünün ortasında, vahşi büyükbaş hayvanlar tarafından ezilen/çiğnenen, ve sarayların kalıntıları ayağına dolaşan fakir bir adamın kulübesi ve bahçesi ile yetinmeye zorlanacaktır. Zengin Olmak Kendi Lehimize Eşitsizlik Tesis Etmektir En açgözlü insanoğlu, sanırım ki az bir sevinçle, bu koşullarda bu tür zenginliği kabul eder. Zenginlik adı altında istenen gerçek şey, temel olarak, insanları üstünde güçtür; en basit anlamda, hizmetçi, tacir, ve sanatçının emeğini kendi avantajımız için elde etme gücü; daha geniş anlamda, milletin büyük kitlelerini farklı amaçlar için (iyi, ufak tefek, veya zararlı, zengin insanın kafasına göre) yöneltme otoritesi. Ve bu servet gücü elbette ki üstüne uygulandığı insanın fakirliği ile aşağı yukarı direkt orantılı, ve arzı sınırlı bir nesne için aynı fiyatı vermeye hazır, kendimiz gibi zengin insan sayısı ile ters orantılıdır. Eğer müzisyen fakirse, az bir ücret için şarkı söyler, ona ücret ödeyecek sadece bir kişi olduğu sürece; ama eğer iki veya üç kişi olursa, ona en fazla ücreti öneren için şarkı söyleyecektir. Ve dolayısıyla haminin zenginliklerinin gücü (her zaman kusurlu/noksan ve şüpheli, birazdan göreceğimiz üzere, en otoriter olduğu zaman bile) ilk olarak sanatçının fakirliğine, ve sonra da konserde koltuk isteyen eşit derecede varlıklı insanların sınırlı olmasına bağlıdır. Ki bu durumda, yukarıda belirtildiği üzere, “zengin” olma sanatı, yaygın anlamda, mutlak surette veya nihayetinde kendimiz için çok para biriktirme sanatı değil, ama aynı zamanda komşularımızın daha aza sahip olmasının yolunu bulmaktır. Tam anlamı ile, “azami eşitsizliği kendi lehimize tesis etme sanatıdır.” İşte işin esası bu. Ruskin yüz elli yıl önce tespit etmiş. Çarpıklığın esası da bu. |