“Mülteciler Hoş Geldi” (“Refugees Welcome”) hakkında
Twitter'da “Mülteciler Hoş Geldi” hashtag/etiketini ilk gördüğümde ilk tepkim “Ben de bir kâğıt kalem alıp bunu yazayım, fotoğrafını çekeyim ve yayınlayayım” oldu. Ama hemen ardından, bir şey beni durdurdu. “Bekle bir dakika ve düşün,” dedi bir ses. Yanlış bir şey vardı bunda.
Bir süre üstünde düşündüm. Sorun, sadece mültecilere hoşgeldin denmesi idi elbette. Ben herkesin üstünde doğdukları gezegenin her yerinde hoş gelmesi gerektiğini düşünüyordum. Trans-Moğolistan trenimiz Çin'e girerken “Her gittiğim yerde hangi ülkede olduğumu belirtip 'Herkes hoş geldi' diye yazıp İnternette yayınlasam nasıl olur?” diye geçti içimden. “Çin'deyim. Herkes hoş geldi.” “Tayvan'dayım. Herkes hoş geldi.” Bu, yaptığım dünya turuna bir “konsept” katardı. Ama düşününce... Çinliler, Koreliler, Tayvanlılar, Amerikalılar vs. muhtemelen bu fikirden hoşlanmazlar ve bana “Sen kim oluyorsun da böyle bir şey söylüyorsun? Herkesi ülkemize davet ediyorsun? Seni istemiyoruz” derler. Ve benim onlara söyleyecek sözüm olmaz. Ne de olsa insanları davet ettiğim yer onların ülkesi, değil mi? Sonra bir akşamüstü San Diego'da kumsalda yürürken... “Mülteciler Hoş Geldi” sloganında neyin yanlış olduğunu biliyorum elbette... Cümledeki tepeden bakan hodpesent ima. Onu her nereden postalıyorlarsa insanlar ülkelerini kendilerine ait olarak görüyorlar. Ve sadece kendilerine. Gezegen üstünde doğan hepimize aittir diye görmüyorlar. Ne kadar iyilik yapmak istiyor olurlarsa olsunlar, her ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar... Ülkelerine yabancı insan akın eden hükûmetlerin karşılaşacağı zorlukları da anlıyorum, insanların kendi şehirlerine, evlerine yabancı kimseyi istemeye hevesli olmamalarını da anlıyorum. Yine de... “Mülteciler Hoş Geldi” bana ters geliyor. Hepimizin belli bir ülkeden olduğumuz ve onun bizi ait olduğu fikri ile yetiştirildiğimizi biliyorum. Ben Türküm. Milliyetim varlığımın temelini, öz kimliğimi tanımlıyor. O kültürde yetişmişim, şarkıları biliyorum, zevkleri paylaşıyorum, Türkçe ile doğmuşum büyümüşüm. Başka bir dili her ne kadar iyi konuşursam konuşayım, asla ana dilim gibi olmayacak, olamaz. Dünyanın her yerinde seyahat etmekte ne kadar rahat olursam olayım, aynı geçmişi (tarihi değil) paylaştığım, aynı TV şovlarını seyrettiğim, aynı ünlüleri tanıdığım insanların olduğu “toprakları”mı özleyeceğim. Ama bir sonraki kuşak zaten aynı olmayacak. Ve daha da önemlisi, Türkiye benim evim/yuvam DEĞİL. Neden varlığımın sınırları birtakım politikacıların çizdiği bir çizgi ile çizilmiş olsun? Yuva yuvadır. Kafanızın üstündeki çatıdır. Şapkanızı her nereye koyarsanız orasıdır. Benim yuvam kocam, benim yuvam kızım. Benim yuvam aynı fikirleri, aynı ahlaki değerleri paylaştığım insanlar. Veya, aynı fikirleri paylaşmasak bile karşılıklı saygı duyduğumuz insanlar. O insanlar benim yuvam ve ailem. Türkiye ve vatandaşlığını aldığım İtalya'ya gelinceyse, o ülkeler bana ait değil... Üzgünüm ama aynı şey gezegendeki herhangi bir yer için de geçerli. Tüm dünya hepimize ait. *** Her yerde ilanlar görüyorum, gerçek anlamda reklam değiller. Ama para toplamaya çalışıyorlar. Şu şu göçmenlere yardım ediyor. Bir şey yapıyor olmaları iyi bir şey elbette. Ama başka bir şey de olmalı. Başka bir koldan ilerleyen, bunları kökünden değiştirmek için uğraşan bir örgüt. İnsanlar kendilerini yardım melekleri olarak görüp “Onlara daha çok yardım etmeliyiz, bunu yapabiliriz” demeyi bırakmalılar. Sınırları sorgulamaya başlamalılar. Bildiğimiz şekli ile vatandaşlığı sorgulamaya başlamalılar. Vizeleri sorgulamalılar. Kısaca statükoyu sorgulamalılar. Bunlara karşı seslerini yükseltmeye başlamalılar. Ve hayır, sadece mülteciler değil, tüm göçmenler için geçerli bu söylediklerim. Hiç kimse hiç kimseye sosyal güvenlik sağlamak zorunda değil, öyle bir mecburiyetleri yok ülkelerin. Uluslararası bir kanunda yazılı olsa da hiç kimsenin hiç kimseye mültecilere kapılarını açma mecburiyeti de yok bana sorarsanız. Bana sorarsanız hiç kimsenin hiç kimseye kapı koyup onu kapatma HAKKI YOK. Hiç kimsenin hiç kimseyi, üstünde doğduğu gezegende bir yere gitmekten alıkoymaya hakkı yok. Bir insan kimseye zarar vermediği sürece kuşlar kadar özgürce göçmekte özgür olmalı. Bu anlamda mülteciler ve ekonomik göçmenler arasında bir fark olmamalı. Böyle bir ayrım yapamazsınız. Üzgünüm ama yapamazsınız. Yani yapabilirsiniz ve çok insan yapıyor, bunu biliyorum elbette, ama böyle bir ayrım yapmak yanlış. Neden yanlış olsun diye sorabilirsiniz. Çünkü üstünde doğduğunuz gezegende istediğiniz yere (özgürce!) gidebilmek doğuştan gelen bir haktır (olmalıdır!) İnsanların nasıl aksine inandırılacak kadar hipnotize edilebildiğini anlayamıyorum bir türlü. O nedenle derim ki, herkes hoş geldi. Türkçede “Tanrı misafiri” diye bir kavramımız var. Kapını kim çalarsa açarsın ve yiyecek ve barınak sağlarsın. Kim olduklarını sormazsın, nereden gelip nereye gittiklerini sormazsın. Birini diğerinden ayırt etmek için mülteciler mi yoksa ekonomik göçmenler mi diye sormazsın. Bu dünyaya nasıl geldik, nasıl oldu da doğduk bilmiyorum. Ama bir şekilde, doğmuş olmakla bu gezegene hoş gelmiş sayıldık. Lütfen öyle kalalım. Hepimizin bu gezegende Tanrı misafiri olduğumuzu düşünüyorum. (Gerçek anlamda olmasa da en azından mecazi olarak.) Bir gün onu terk edeceğiz... Hiçbir misafir sonsuza kadar kalmaz. Hiçbir misafir sonsuza kadar kalamaz... Not: “O kadar hevesliysen hepsini kendi evine al,” diye çemkirecek insanlar olacağını biliyorum. Evimi ihtiyacı olan herkese açmaya hazırım. Yeter ki hükûmetler yetim kalmış çocukların listesi gibi (örnek http://www.ihfonline.org/childsponsorship.php ) insanları veya aileleri seçmeye izin versinler. Ve hayır, Kanada gibi beş ailenin finansal durumlarını kanıtlayıp duygusal destek vermeye söz vermelerini gerektirmesinler. İnsanlar böyle bir şey yapmaya niyetlendiklerinde, iyi niyetle olduğunu kabul etsinler. Bu kadarı yeterli. Bu arada, bir insan ve hükûmet arasında fark var. Bir insan somut bir varlık. Bir hükûmet ise tanımlanmış soyut bir kavram. Ben bir yer işgal ediyorum. Fiziksel olarak varım. İçinde yaşadığım bir ev var. Ülkeler hükûmetlerin yuvaları değildir! Buna ne kadar vurgu yapsam az. Ülkeler hükûmetlerin yuvaları değil! Sınırlarını kim geçecek karar verme pozisyonunda değiller. Yani, şu anda herkes, veya hemen hemen herkes hükûmetlerin sınırlarını “korumak” için vs. vize uygulamaları/kuralları ile çıkagelmelerinin doğal bir şey olduğuna inanıyor ama bunun delilik olarak görüldüğü gün gelecek. Hükûmetlere insanlar tarafından yetki verildiği varsayılsa dahi, hiçbir şey, tekrar ediyorum HİÇBİR ŞEY o ülkedeki her bir birey adına yapılıyor olamaz. Eğer yaptıkları şey tek bir bireyin inançlarına ters düşüyorsa bu yanlıştır. Ben hiçbir hükûmete benden aldıkları vergileri kullanarak benim adıma duvar örmesine, göçmen bürosu memur maaşlarını ödemesine onayımı vermiyorum. Vermiyorum. Ve şimdi tüm bunları söylediğim için biliyorum insanlar onca insanı doyurmak için rakamlardan ve paradan ve kaynaklardan bahsedecekler. Bunun için lütfen vergiler ve para üstüne fikirlerimi okuyun. |