Aralık 2015... Amerika'dan Londra aktarmalı İtalya'ya dönüyoruz. Londra'ya indik. “Transit” tabelasını izliyoruz. Güvenlik kontrole geldik. Şimdi... Daha yeni uçaktan inmiş birinin havaalanı içinde iki adım attıktan sonra bir kez daha aranmasının mantığını ben anlayamıyorum ama vardır elbet “yetkililer”in bir bildikleri. Belki diğer uçtaki kontrole güvenmiyorlardır, “Biz de bir kontrol edelim bakalım” diyorlardır. Hoş, elimizde bomba varsa neden bir önce bindiğimiz uçağı havaya uçurmadık meselesi de var. Belki İngilizlere kastımız vardır, onlara zarar vermek istiyoruzdur diyelim. Ama onda da İngiltere'ye giden uçağı değil de İngiltere'den kalkan uçağı havaya uçurmanın ne farkı var ben göremiyorum. Gerçi tabii uçakta değil havaalanında bomba patlatmak istiyor olabiliriz. Veya tabii korkuları diğer uçtaki kontrolün eksikliği değil de Londra'da yere indiğimizde transfer olacağımız uçağa giderken attığımız iki adımda kendimize bomba malzemesi edinmemiz olabilir. Hoş, o alan da onların kontrolünde ya, her neyse... Paranoyak düşüncelerin ipinin ucunun nereye gittiğini kestirmek, tahmin edebilmek imkansız, boş yere uğraşmayayım. Geçtik Londra transitteki dedektörden. Çantamda 100 ml'lik bir süt şişesi vardı. Elimden aldılar. “Kız için süt,” dedim. “Alamazsın.” “Peki neden?” Sonuçta aynı şişe ve aynı sütü Amerika'da geçirtmişlerdi. “Kaç yaşında?” diye sordu kadın. “3,” dedim gayriihtiyari. O gün 4 olmuştu aslında kız. Bilmem ne tür bir şişede ve 2 yaşına kadar olduğunu söyledi kadın. Sanki çocuklar iki yaşından sonra süt içmiyorlar! Her neyse... Zaten sütü dökecektim, istediğimden değil. “İki saat 4 derecenin üstünde buzdolabının dışında duran şeyleri atın” diyorlar. On saat olmuş. Kıza bozuk süt içirmeye hevesli değilim. Hatta uçakta ayağa kalkabilseydim tuvalette dökecektim ama kızı uyandırmayayım diye kalkamamıştım. Şişeyi kadına bırakıp yoluma devam ediyordum ki... Hop! Dur bir dakika... Önümde bir alet duruyor. Amerika'da sütü 30 saniyeliğine bir alete sokup vermişlerdi. İlk kez görmüştüm böyle bir şeyi. İşte önümdeki alet de Amerika'daki o aynı alete benziyor. Madem aynı alet onlarda da var, neden sütü sokup bakmıyor ve geçirmeme izin vermiyorlar diye kafama takıldı. Kafama bir soru takılınca, takılır; ben takılır kalırım. Geri döndüm. Yeniden sordum. “Neden sütü alamıyorum? Amerika'da bir alete sokup verdiler, oradaki de aynı alet değil mi?” Kadın sert bir şekilde “Alamazsın!” dedi. Yahu ben sana “Alabilir miyim?” diye mi sordum ki “Alamazsın” diyorsun? Almayayım zaten, isteyen yok. Sadece nedenini bilmek istiyorum. Meraktan. Kadın yine aynı şeyi tekrarladı. “Alamazsın.” Ben de aynı şeyi tekrarladım. “Almak istemiyorum zaten. Ama Amerika'daki aynı aletten sizde de var madem, neden süs diye duruyor da kullanmıyorsunuz? Amerika'da almışken neden burada alamıyorum?” Neyse ki orada oturan başka bir adam ne demeye çalıştığımı, sorumu anladı da cevap verdi. “Her yerin ayrı kuralları var. Kontroller uluslararası standardı olan bir şey değil. Ayrıca her yerin alarm seviyesi de zamana göre değişiklik gösterebiliyor. İngiltere şu an özel bir alarm durumunda değil ama biz her zaman sıkı tutuyoruz, o nedenle de izin vermiyoruz. Burada en güvenlikli yerde olduğunuzu söyleyebilirim.” Adama “Uçağımızın teknik bir arıza nedeni ile düşmeyeceğini veya hava koşulları nedeni ile yere çakılmadan Roma Havaalanına ineceğimizi de garanti ediyor musun?” diye sorasım geldi ama yapmadım tabii. Cevabını beğendiğim ve onayladığım söylenemez, pek tatmin de olmamıştım ama en azından bir cevap almıştım, daha fazla üstelemedim.
Zor biri miyim? Bana öyle gelmiyor. Ama standart biri olmadığıma, benim gibi insanlarla pek de sık karşılaşmadıklarına eminim. Ben sorularıma cevap isterim. Ne sorduysam ona. Ama sanırım insanlar sorulardan anlamıyor, soruyu soru olarak değil, sorgulamak olarak görüyorlar. Otoritelerine sorgu. Yalan da değil tabii, onu da sorguluyorum ama ilk başta sorguladığım mantıkları. Sen bana “Alamazsın” diye tepkisel bir cevap vereceğine, önce ne soruyorum diye sözcükleri dinlesen de sorulan sorunun kendisine cevap versen! Bu ilk değildi. Korkarım ki son da olmayacak. ***
İki ay geçti üstünden. Bu olayı yazdım. Sonra gece yatağa gittiğimde halen olayı ve kelimelerin ne işe yaradığını düşünüyordum. Ses tonunun önemli bir etken olduğu herkesin malumudur.: İnsanların ne duyduğunda o ton belirleyicidir. İyi de kadına sütü neden alamadığımı sorduğumda sesimde hiçbir tartışma tonu yoktu. -Çünkü dediğim gibi, gerçekten sütü almak istemiyordum, sadece neden alamayacağımı bilmek istiyordum.- Dolayısıyla kadının söylediğimi sütü almak istiyorum diye algılaması için hiçbir sebep yoktu. Öyleyse kadın neden benim ne demek istediğimi anlamamıştı?
Ve ertesi sabah... Aydım! Kadın soruma cevap vermedi ve “Alamazsın” deyip durdu çünküüü, sıkı durun, o soruya verecek cevabı yoktu! Beni duymadığından, beni anlamadığından değil. Çoğu zaman bazı insanların robot olduğu gerçeğini göz ardı ediyoruz. Özellikle bu tür işler yapan insanların. Bu tür işlerde çalışarak robotlaşıyorlar. Robotlaştırılıyorlar. Kadının bir şeyi neden yaptığına dair hiçbir fikri yok, kendine o tür sorular sormuyor. İş için onu eğiten “otorite”leri sorgulamıyor. Bir şeylere el koyup duruyor ama muhtemelen “neden” sorusunu sormak hiç aklından geçmemiş, o sadece emirleri uyguluyor ve kendinin ve ailesinin geçimini sağlıyor.
Okullarda “Kritik Düşünme” dersleri verilmeli. Üniversitelerde, belli departmanlarda öyle dersler var mı? Varsa da yeterli değil. Erken yaşta başlamalıyız, çocuklara kendileri adına düşünmeyi ve Sorgulamayı öğretmeliyiz. Doğru soruları sorma yeteneğinin çok önemli bir özellik olduğunu düşünüyorum. ***
O gece yatağa gittiğimde o adama sormalıydım diye düşünüyordum... Bariz bir şekilde süt-gibi-görünen o sıvı ile ne yapacağımı sanıyorlardı? Bariz bir şekilde süt-gibi-görünen ve patlayıcı mı diye test edebilecekleri bariz olan o sıvıyla? 100 ml'nin altında bir süt “güvenliğe” nasıl bir “tehdit” oluşturuyordu? Ve o adam bana dünyadaki en güvenli yerde olduğumuzu söylediğinde, bu Dünya'nın bir yerlerinde GERÇEK bombalar patlarken, benim gibi ETTEN KEMİKTEN insanlar GERÇEK savaşlar yüzünden evlerini terk ederken kendi adıma bunca güvenlik istemediğimi söylemeliydim. Ortada hiçbir alarm durumu yokken çocuklu orta-yaşlı çiftlerden, üstelik bir önceki uçuşta kontrol edilmiş bir damla sütü alarak bana gelecek en ufak tehlike riskini ekarte etmek istemediğimi söylemeliydim. Bu dünyada ÇOK GERÇEK güvenlik ihtiyacında olan milyonlarca insan varken BUNA -paranoyak zihinler tarafından HAYALİ “70 mililitrelik SÜTe benzer sıvı” TEHDİDİ için düzenlenen gerzekçe tiyatroya- para ödemek istemediğimi söylemeliydim.
Evet, ona tüm bunları söylemeliydim... Maalesef o kadar hazırcevap değilim. Kafam biraz geç çalışıyor. (Ama çalışıyor ya, önemli olan o;) Olay üstüne düşünmem gerekiyor. Yazmam gerekiyor. Yazmak zihnimi berraklaştırmaya yarıyor. Düşüncelerimi yansıtıyor ki onları törpüleyebileyim, rötuş atayım. Evet, zaman gerektiriyor. Çaba gerektiriyor. Ama değiyor. Bu cevapları biriktiriyorum. Ki bir dahaki sefere fırsat çıkınca, hemencecik stoktan çıkarıp kullanabileyim. Bir de belki, umudum odur ki, bu satırları okuyan birinin de aklının bir köşesinde yer eder yazdıklarım ve o da kullanır. Kullanmasa bile bir ahbabına anlatır ve konuşur tartışırlar. İşte yazı buna yarar: Düşünmeye ve fikir yaymaya. Ve elbette kayıt tutmaya.
Umarım gelecek kuşak, bu havaalanı "güvenlik" hikayelerini okur ve onların gerçekte ne olduğunu açık ve net bir şekilde görür: Kitlesel AKIL HASTALIĞI.