![]() “Bir Yemin Ettim Ki Dönemem” adlı makalesinde Murat Sevinç Leyla Zana için “Türk yerine ‘Türkiye’ ifadesini koydu. Siyasal açıdan yürekten katıldığım bir tavır. Anayasa’daki zaman zaman ırkçılığa varan etnik ifadeler sorunu bir an önce hallolmalı. Ancak halihazırdaki yemin metni de, ‘olduğu gibi’ okunmalı! Değiştirileceği güne dek,” diyor. İşte demokraside yanlış olan şey bu. Burada Sevinç'le aynı fikirde olduğumu sanmıyorum. Dediğini gayet iyi anlıyorum, bir anayasa hukukçusu olarak onun böyle bakmasını da anlıyorum. AMA... “halihazırdaki yemin metni ‘olduğu gibi’ okunmalı! Değiştirileceği güne dek,” de... o metni değiştirebilmek kolay mı? Kolayı bırakın mümkün mü? Bir şeyin yasal olarak yolunun açık olması o yolun geçilebilir olduğunu göstermiyor maalesef. Ne kadar zordur o yolun sonuna varabilmek, o metni değiştirebilmek? Kaç kişi gerekir, kaç yıl gerekir? Leyla Zana gibi birileri kendini yakmayı göze alarak bazı şeyleri tartışmaya açarsa en azından bu yolun açılması hızlandırılabilir ve değişim mümkün hale gelebilir. Basit olmalı işler. Yanlışları değiştirmek kolay olmalı. Bu yemine tepki "Ah tamam, bu kadın böyle bir yemin etti. Belli ki bir duruşu var. Haklı mı, haklı sebepleri var mı bu duruşunun?" olmalı. Bakarsın değerlendirirsin ve görürsün ki haklı (Yani bazı grupların Türk kelimesi ile sorunu olmasını anlamak o kadar da zor değil. Zor mu yoksa?), sonra da değiştirirsin. Böyle işlemeli. Oysa ne oluyor? Tepki şu: "Vay terbiyesize densize bak! Olacak iş mi yaptığı! Sen kim oluyorsun da bize kafa tutuyorsun!" Sonra da gücünüzü kullanarak aksi sesi bastırmak için her şeyi yapıyorsunuz. Sistem böyle işliyor. Amacı kendini korumak. Size, insanlara, yani vatandaşlarına hizmet değil. O işin göstermelik kısmı. Dünyada o kadar çok nefret var ki ve çoğu da politikacılar tarafından enjekte ediliyor insanlara. Youtube'daki Leyla Zana'nın yeminindeki yorumlar ana avrat düz gidiyor. O kadar aşağılık, akıl alır gibi değil. Ama bu biraz da Kürtler hakkındaki siyasi söylemin bir parçası. Biliyorum çünkü 90 yaşındaki anneannem de onlara küfrediyor. İnsan öldürenlere değil, böyle bir protesto yapan siyasetçilere de küfrediliyor. Neden parlamentodaki birileri olgun bir yaklaşım göstererek insanları bölmektense birleştirmeye çalışmıyor? Neden "Kardeşlerim... Evet, bu kurulu düzene aykırı bir davranıştır. Ancak haklı bir protestodur ve devleti tehdit etmemektedir. Sesini duyurmaya çalışan insanları dinlemeliyiz" diyemiyor? Politikacılar alttan almıyorlar, yarı yolda buluşmuyorlar, bu tür eylemleri muhalefete saldırı fırsatı olarak görüyorlar. Olayları büyütüyorlar, önemsizleştireceklerine. Krize dönüştürüyorlar. Onlar varlıklarını böyle sürdürüyorlar. Haber medyası gibi... Çöp ve şiddetle besleniyor besleniyorlar. Yeter! Kocam da bana hep aynı şeyleri söylüyor, sistemi içeriden değiştirmem gerektiğini. Ben oy vermeye de, demokrasiye de pek inanmıyorum. Üç-beş kişi oynuyor, biz katılmış gibi yapıyor ve tatmin oluyoruz. Birilerinin başkaldırması gerek bazen. Tabandan gelen bir başkaldırı olmalı tabii bu. Ben de onun için çalışıyorum kendimce. Sevinç “Bir tavra siyasal olarak katılmak mümkün. Bu ‘katılma’, hukuksal açıdan yapılması gerekeni görmeyi engellemediği sürece,” diye iddia ediyor. “İki düzey birbirine karıştırıldığında, AKP’lilerin hukuka bakışlarıyla arada pek bir fark kalmıyor: ‘Beğenmedim, uymuyorum!’” Burada ise benim gözümde şöyle bir fark mevcut: AKP iktidarda. O değişiklik yapabilir. Elinde o güç var. Dolayısıyla da “Beğenmedim, uymuyorum!” deme hakkına sahip değildir. Ayrıca AKP ve dahi diğer tüm partiler en başta parti olmaları sebebi ile bu oyuna katılmayı kabul etmişler demektir, dolayısıyla oyunun kuralları onları bağlar; dahil oldukları sistemin kurallarına uymaları beklenir. Oysa ben birey olarak bu kurallara tabi olmayı seçmedim. Evet, biliyorum “social contract”, toplumsal sözleşme denen bir şey var. Ama ben onu ne doğduğumda kabul ettim ne de şimdi ediyorum. Etmiyorum. Kimseyi öldürmemeyi, kimseye durup dururken zarar vermemeyi, güç/zor kullanımı başlatmamayı, çalıp çırpmamayı, yalan söylememeyi taahhüt ederim. Bunlar kabulüm. Ama bu toplum düzenini bu haliyle kabul etmiyorum, etmek istemiyorum ben. Ha, mecburen kabul etmek durumunda kalıyorum, istemediğim, doğru bulmadığım kurallarla yaşamak zorunda bırakılıyorum o ayrı. Üstelik sırf sıradan bir insan olarak normal bir hayat sürebilmek için bunlara maruz kalıyorum. “‘Ben de vergi mevzuatını buzdolabına kaldırmak isterim, çok ağır bu vergiler, ödemek gelmiyor içimden’ ya da ‘Askerlik mevzuatından hiç hazzetmiyorum, gidilmesin askere’ diyebilme hakkımız var mı?” Diye devam etmiş Murat Sevinç. Var! Kusura bakmayın ama var. Veya size göre yoksa da olmalı! Ben vergileri ağır bulduğumdan değil ama verdiğim paranın nereye harcanacağına dair söz sahibi olmadığımdan vergi vermek istemiyorum. (İlgilenenler için farklı bir vergi sistemi önerim de var.) Ha, vergi kaçırabiliyor muyum? Hayır. Tek yapabildiğim pazardan iki avroluk alışveriş yaptığımda adamın bir avro fiş keserek vergi kaçırmasını desteklemek :) Bu arada kocam bizim cebimizden 250 avro fazla veriyor birilerinin vergi vermesini sağlamak için! Ve beni deli ediyor! Vergi kaçırabileceğim fırsat olsa kaçırır mıyım? Açıkça söylüyorum. Evet! Yani fırsatı kaçırmam, vergiyi kaçırırım. (Atasözü “Parayı veren düdüğü çalar” diyor. Oysa biz hem parayı veriyoruz, daha doğrusu onlar, yani hükûmetler, hem parayı bizden zorla alıyorlar, hem de düdüğü kendileri çalıyorlar. Olmaz. Yüzsüzlüğün de bir sınırının olması lazım. Üstelik o kadarla da bitmiyor. Onlar düdüğü çalıyor ve sen onların çaldığı düdükle dans etmek zorunda kalan maymun oluyorsun!) Verdiğim paranın nereye gideceğini ben dikte edebilecek konumda olsam vergi kaçırır mıyım? Hayır. Benim görüşüm budur. Birisi nerede yanlış düşündüğümü bana gösterene kadar da böyle kalacaktır. Keza askerlik meselesi de... Kimse gitmek zorunda olmamalı kanımca. Yani isteyen gidebilir tabii, ben engel olmayayım. Ama istemeyen mecbur tutulmamalı. Nitekim birileri “vicdani ret”çi olup hapis yatmak durumunda kalıyor bunun yolunu açmak için de. Bunlara hiç gerek olmamalı benim gözümde. Kabul edilir şey değil. Neymiş kanunmuş! Böyle kanun olmaz olsun! Ha bunu söylemek de suç! E iyi, susup oturalım yani! İyi ki oğlum yok o açıdan, yoksa başıma ciddi bela açardım eminim. Yasa dışılık konusunda yazdığım yazı askerlik konusundaki görüşlerimin yanında çok hafif kalıyor. Bu kadar yasaya uymak zorunluluğunu kabul edemiyorum ben, kusuruma bakmayın. Bana baskı yapan, kendini dayatan ve bireyselliğime yer bırakmayan yasalara uyma mecburiyetini kabul edemiyorum. “Türkçesi; ‘Bizler yurttaş mıyız yoksa hıyar mı?’” Diye bitirmiş Bay Sevinç yazısını. Beni gülümsetti. Sanırım “Hıyar mıyız?” derken “Kurallara uyduğumuz için enayi miyiz?” demek istemiş. Benim için vatandaş olmakla hıyar olmak, veya enayi olmak arasında pek fark yok. Zaten hıyar yerine konuyoruz. Ve açıkçası, ben bugünkü dünyada tanımlandığı şekliyle “yurttaş” olmaktansa herhangi bir sebze olmayı tercih ederim. Not: Bu yazı böylece bitecekti ama değiştireyim. Bugünkü dünyada tanımlandığı şekliyle “yurttaş” olmaktansa herhangi bir sebze olmayı tercih ederim. Baksanıza... Bir yerden bir yere gitmek isteyen insanlara sırf başka bir ülkenin yurttaşı oldukları için ne eziyetler ediyorlar! Son Not: Vatandaşlık, içine doğduğumuz hayali çizgiye göre doğuştan damgalandığımız bir şey olmamalı. Katılma seçimimiz olan bir kulüp olmalı. Politikacıların bizden oy almak için uğraşmaları yetmez; ülkeler onların vatandaşları olmamız için uğraşmalı. Eğer yönetecek vatandaş istiyorlarsa, hükümetler bir yeri yaşanabilir hale getirmek için çok çalışmalı, çekici paketler önermeli. Komik mi sizce?! Ben çok ciddiyim. Oyunun kurallarını değiştirmeliyiz. Zamanı geldi. Geldi de geçti. Peki belki geçmedi ama yeni neslin zihnine bu fikirler ekilmeli ki onlar büyüyüne kadar fikir yeşersin ve uygulamaya sokulabilsin.
0 Comments
Your comment will be posted after it is approved.
Leave a Reply. |
|