Sanırım halen biraz kırgınım Türk medyasına. Ukalalık yapmak istemem ama doğruya da doğru demek lazım; Türkiye'de seyahat konusunda, profesyonelleri saymıyorum, hatta onlar arasında bile benim elime su dökecek kişi az bulunur. Evet, kabul ediyorum, biraz huysuzum, yani ona huysuzluk derseniz... Ve söylemlerim de biraz sıradışı, ama çok da aşırı değil sonuçta. 50 yıl sonra insanların bugüne baktığında çok ilkel bulacağı bir şeyi şimdiden söylüyorum o kadar. Eski dosyalarımdan birini açtığımda “Dünya turunu gerçekleştiren ilk ve tek Türk kadını olan...” diye bir yazı görünce şaşırmıştım. “Z. Gülin Aköz” diye devam ediyordu. Yani ben. Eski ben. Kendimi, yani yazılarımı pazarlamak için böyle bir şey kullanmayı düşünmüşüm zamanında. Artık tek Türk kadını değilimdir ama sonuçta sadece kadın olarak değil, Türkiye'de sırt çantası ile dünya turunu başlatan kişi benim. (Dünya turu derken Elizabeth Gilbert'ınki gibi üç ülkeye gitmekten bahsetmiyorum. Veya, yaptığı özel bir şeydir ama Hülya Koç gibi bisikletle kıta geçmekten de bahsetmiyorum. Birçok ülkeye uğrayarak plansız programsız dünyanın etrafında dönmekten bahsediyorum.) Ama kaç kişi beni tanıyor veya adımı biliyor? Bir avuç. İkinci bir dünya turu yaptım. Bu sefer denizden. Kaç kişi duydu? Bir avuç. Sonra üçüncü bir dünya turu yaptım, ailemle, ikinci dünya turumda tanıştığım İtalyan kocam ve o zaman 3.5 yaşında olan kızımızla. Kaç kişi oralı oldu? Bir avuç dahi değil. Görmezden gelinmemin sebebinin kadın olmamdan kaynaklandığına dair ciddi bir şüphem de var. Yani benim yerimde bir erkek olsaydı, şimdi Türkiye'de ciddi bir çoğunluk beni tanıyor, adımı biliyor olurdu ve şu an çok farklı bir konumda olurdum; buna neredeyse hiç şüphem yok. Temmuz 2001- Eylül 2002 arasında on beş aylık bir dünya turu yaptım. Bu gezi medyada geniş yer buldu Basından ve yolculuğu anlatan “Avucumda Patikalar” İnkılâp Kitabevi tarafından yayınlandı. Ardından Ağustos 2008- Ağustos 2009 arasında ikinci bir dünya turu daha yaptım. Bu sefer denizden. (Bu yolculuğun kısa bir özeti de burada bulunabilir: On Bir Ayda Tek Başına Denizden Devr-i Alem) Üstünden yedi yıl daha geçti. Eylül 2015-Aralık 2015'te “99 Günde Devrialem” olarak üçüncü bir dünya turu daha yaptım. Şimdi ise GlobalAparteid ve Doğumyeri Ayrımcılığı diye tanımladığım vizeleri ve hepimizin doğduğumuz dünya üzerinde hareket alanımızı kısıtlanmasını protesto etmek amacıyla sonrasında pasaportlarımı yakmak üzere tüm dünya ülkelerine gidiyorum. 193+2 Birleşmiş Milletler üye ve gözlemci ülkenin 152 ülkesine ayak basmış durumdayım. Haber değerim?? Yok. Her neyse... Artık aldıran da yok. Kendi 3+1 kişilik küçük hayatıma ve yazılarıma odaklandım. Covid nedeni ile her şey askıda ama zaten bir süre ara vermiştim seyahatlere. Şu an bir üçleme üzerine çalışıyorum. Haha... Şu an dedim ama on senedir elimde duran bir üçleme bu. Kesintisiz vakit bulabilirsem toparlayıp yayınlayacağım kitaplar... İkinci dünya turumun hikayesi biraz külçe gibi bir kitap olacak. İlk bölümünü internette yayınladı eşim. 7-13 Mart tarihleri arasında da indirimli eğer okumak isteyeniniz olursa: Virazon- Macera Ruhu veya Bir Ruhun Macerası Buna “Bir dünya turu hikâyesi” desem haksızlık olur, anlatmaya kalksam özeti bile uzun olur. Dünya turunun başına “Romantik” diye eklesem bayat kaçar; “Yalan, para, eski sevgililer ve sigara yüzünden bitmek bilmeyen kavgaların yaşandığı, ortaya tabanca dahi çıkan bir evlilikten ve bozuk yapılı bir aileden kaçarken doluya tutulan bir kadının öyküsü” desem karamsar durur.
Kitap “Tuzlu Su Kokusu” ile başlıyor. 39 yaşında bir kadın... Dediğim gibi, doluya tutuluyor. Hayat onun çektiği eziyete daha fazla katlanamıyor ve onu 5000 Watlık bir elektrik süpürgesi gibi çekip denizlere fırlatıyor. Tesadüfen gelişen olaylar sonucu kendini denizden dünya turu yapmak üzere bir teknede buluyor. Kitapta dört ana karakter var. Gülin, Zeynep, Julie ve Rosita. Kitabın türü ne? Gezi mi? Roman mı? Bir macera mı, yoksa bir aşk hikâyesi mi? Yoksa tüm bu sahne felsefi monologlar veya kendiyle yapılan diyaloglar için bir bahane mi? Yoksa dünyamız ve ünlü insanlar hakkında ilginç detaylardan bahsetmek için bahane mi? Yoksa romantik bir tema için bahane mi? Kim bilir? Benim bilmediğim kesin. Kahramanemiz üç günlük bir yelken seyri ile Port Fuad'a geldikten sonra kaptanla kavga ederek tekneden atılır. Şimdi bir izbe Mısır şehrinde mahsur kalmıştır. Çaresizlik içinde kıvranırken bir İtalyanla tanışır. İki hafta stresli bir arayıştan sonra kendine aynı yere giden aynı model tekneden bulur. Ama daha başına gelecekler bitmemiştir. Bir akıl hastası ile yolculuk eder, hiç deniz tecrübesi yokken bir kaptan bir kendisi, fırtınaların koptuğu Hint Okyanusu'nu geçer. O arada annesi geri dönmesi için ona sürekli o kadar çok baskı yapmaktadır ki sonunda ona: "Anne bu hayatın tapusu benim mi senin mi? Bu hayatı bana sen verdin diye istediğim gibi yaşamama izin vermeyeceksen bir an gözümü kırpmam, alırım" der. Güneydoğu Asya'da bir oraya bir buraya seyahat, ülkelerin efsaneleri, yakışıklı İtalyanla bir adada buluşma, Burma'da polis tartaklaması... Ardından Pasifik Okyanusu'nu kargo gemisiyle geçiş. Kolay olduğunu da sanmayın. Sağlık sertifikası almak, “vücut boşluklarının” aranmasına izin veren bir kâğıt imzalamak zorundadır. Los Angeles'dan Meksika ve Orta Amerika'yı geçer. El Salvador'da köpek ısırır. Nikaragua'da aşı bulamayınca kuduz olup ölme ihtimali ile yüz yüze gelir. Bu olay “Bir köpek size hayat hakkında ne öğretebilir?” başlıklı bir yazıya sebep olur. Panama sınırından vize nedeniyle geri çevrilir. Atlantik Okyanusu'nu ise bir kruvaziyerle geçer. Şimdi iş Türkiye'ye dönüşünün son ayağı olacak tekne geçişini ayarlamaya kalmıştır. O arada kardeşinin düğünü için gittiği İstanbul'da kocasından boşanmayı da başarır. Ancak yeni pasaportla uğraşmaya vakti olmadığından boşanmayı kesinleştirmez. İtalya'dan Türkiye'ye dönüş sırasında Delfi'de, yani mitolojinin göbeğinde, hamile olduğunu öğrenir. Bu, bir sürü soruyu daha birlikte getirecektir çünkü kanunlar, boşandığı ama resmen boşanmadığı kocasını “baba” ilan etmektedir. Rodos'tan ülkesine geri dönerken bir de abuk-sabuk vize kuralları nedeni ile “persona non grata”- “istenmeyen insan” damgası yeme tehdidi ile karşılaşır. Bu koşullarda karnındaki bebeğin babasının yanına gitmesi de mümkün olmayacaktır. Onca gaile ve heyecanla, onca bilinmezle sonlansalar dahi, dünya turları yeni bir hayata başlamak için mükemmel bir yoldur. Pek gezi yazısı yazmıyorum artık, benim yazılar daha çok seyahatin politikası, hareket özgürlüğü ve güvenliklerle ilgili konulara evrildi. Başlarken kırgınım dedim ama pek takmıyorum artık. Yaptıklarım ve kendim bilmek bana yetiyor, hikayeyi de ben biliyorum zaten Tanınsam ve daha çok kişiye ulaşabilsem, artı bu kadar "boş" insan para kazanırken ben de üç kuruş kazanıp hayatımı idame ettirebilsem güzel olurdu tabii ama sonuçta kendim için yazıyorum, birilerine de ilham verirsem veya keyifli vakit geçirmelerini sağlarsam veya düşünce yapılarına bir katkı sağlarsam ne mutlu bana. Ötesinde bir beklentim yok ne kitaplardan ne hayattan. Yine de bir gün kadınların adının olduğu, adlarımızın çok olduğu bir dünyaya uyanmak ümidiyle...
0 Comments
Your comment will be posted after it is approved.
Leave a Reply. |
|