Her şey iki yıl önce kadınlar gününde bir arkadaş grubuna gelen mesajla başladı: "Sevgili Arkadaslar, güzel bir yazı; bir göz atmanızı öneririm. Dünya Emekçi Kadınları için ne güzel bir örnek..." Ardından Yılmaz Özdil'in Rol Model adlı yazısının linkini vermişti. Yazıyı büyük bir merak ve hevesle okumaya başladım. Yıllardır “Her alanda genç kızlara örnek olacak kadın rol modelleri olmalı. Bu kadınlar mutlaka bir yerlerde var. Medya onları öne çıkarmalı,” diyorum. İşte benim söylediğimi ana akım medyadan, üstelik de çok okunan biri söylüyor diye mutlu olacaktım. Ancak yazının sonuna gelince bütün hevesim kursağımda kaldı. Hayal kırıklığı! Özdil örnek bir kadından bahsediyor, bu örnek kadının portresini çiziyor, fakat Özdil'in sonunda vardığı çıkarım ne? “Bakın bu kadın da Hayır diyor, ne kadar da güzel diyor: Hayır.” Çok afedersiniz ama çüş ki ne çüş! Anlıyorum, Türkiye'nin gündemi bu; her fırsat buna çekilmeli. Ama bari aman da kadınları onurlandırıyor gibi yapmasınlar yaa, yapmasınlar! Kadınları politikaya alet etmek işte tam da böyle oluyor! "Kim inanır bu adamın kadınlar hakkında samimiyetine?" dedim. Ama anlaşılan herkes inanıyor ve ben açıkladığımda bile bir yanlış görmüyorlar Özdil'in yazısında. "Gülin, Türkiye'nin gündemi referandum. Onunla yatıp onunla kalkıyoruz. Çünkü bu ülkemizin geleceğini belirleyecek. Demokrasiye tamamen veda edip etmemeye karar vereceğiz. İşte bu yüzden her şeyin Evet -Hayıra bağlanması çok normal geliyor bana." Arkadaşın söylediğini anlıyordum ama bana halen çok'u bırakın hiç de normal gelmiyordu bu yazı. Ben de göçmenlerle yatıp kalkıyorum ve her şeyi hareket özgürlüğüne bağlıyorum. Ama benim ajandam açık. Özdil'in yazısı ile derdim de 'hayır' propagandası değil, kadınlar gününü buna alet etmesi. Bu yazıyı yazan bir adamın kadınlarla ilgili hiçbir söyleminin samimiyetine inanmam ben şahsen. "Bazen milyonlarca erkek hiç bi işe yaramaz. Bir kadın her şeyi değiştirir" dediğinde bitireydi yazıyı, amennah. Tabii ardından bir de "Böyle daha çok kadın rol modelini bütün medya öne çıkarmalı" deseydi çok daha güzel olurdu. Kisve altında yapılan her şey gıcık ediyor beni. Tabii bunları hepsi aynı şekilde düşünen bir arkadaş grubuna yazmak rahatsız edici. Bir ben çıkıntıyım aralarında. Sonuçta bunları söylediğim için sanki uyuzluk yapıyormuşum gibi kendimi çok kötü hissediyorum, ama söylemeden de edemiyorum çünkü bu gizlice verilen ve insanların görmediği mesajların, sinsi taktiklerin çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Kişisel değil hiçbir lafım, yapılan yanlışı görmelerini sağlamak adına kavramsal. Yazdıklarıma alınmamalarını rica ettim ve ardından, sırf eleştiriyorum gibi olmasın diye kadını samimi olarak önemseyen birinin nasıl bir yazı yazacağına da örnek vermek istedim: Kadın Dediğin Başka bir arkadaş "Gülincim Özdil Sözcü'de yazıyor. Tribünlerine oynayacak tabii. Yoksa onu orada tutmazlar," dedi. Belki de işin esası burada. Gazeteci oldun mu tribünlere oynamak zorundasın. Sonra ilk mesajı yazan arkadaştan cevap geldi: "Ben bu tip şeylere alınmam. Bu bir fikir alışverişidir. Herkesin fikrini karşısındakilere saygıdan feragat etmeden özgürce beyan edebilmesi taraftarıyım. Ama bazen senin burada yazma tarzını biraz garipsiyorum doğrusu. Kadın dahil bir çok konuda bir uzman edasıyla mesajlar yazıyorsun ve arada bir de siyah-beyaz yargılamalar da yapıyorsun gibi geliyor - özellikle senin gibi düşünmeyenler hakkında. Benim senin burada yazdıklarından gördüğüm kadarıyla sen, kendi düşüncelerini, bakış açını ve önceliklerini biraz fazla önemsiyor gibisin. Ben bir yazarım, dünyayı dolaştım, o nedenle ben her konuda bilgi ve söz sahibiyim der gibisin bazen. Ya da mesaj yazma şeklin bunları düşünmeme yol açıyor ve ben seni tamamen yanlış anlıyorum. Olabilir tabii; öyleyse kusura bakma; ama: Daha önceki postunda kendi yazını ekleyip "Gerçekten kadını önemseyen birilerinin yapması gerekenleri belirttim orada" diyerek imza kampanyasına destek verenlerin gerçekten kadını önemsemediklerini ve işin doğrusunu senin bildiğini ima etmiştin sanki. Şimdi de "kadını samimi olarak önemseyen biri şöyle bir yazı yazardı" diyerek yine kendi yazını ekliyorsun ve Yılmaz Özdil'in kadını samimi olarak önemsemediğini ima ediyorsun sanki. Öyle olsa bile, sen bunu nereden bilebilirsin ki? Bu sonuca nereden varıyorsun? Bu kişi bir araştırmacı yazar, Türkiye gerçeklerinin içinde senelerdir hergün uğraşı veriyor ve yazdığı, insanların da almak için kuyruğa girdiği "Kadın" isimli/konulu bir kitabı var. Okudun mu? İnsanları uzaktan yargılamak çok kolay... ama anlamak oldukça zor. Okumadıysan tavsiye ederim; içinde ilginç düşünceler, gözlemler var. Okuduysan da, ne düşündüğünü paylaşırsan sevinirim. Bu arada ben de bir kadınım, bir anneyim ve ben de kadını, senin gibi, gayet samimi olarak ve "gerçekten" önemsiyorum. Ve Türkiye'de kızların eğitimini elimden geldiğince destekleyerek bu konuda ufak da olsa birşeyler yapmaya çalışıyorum." Hoppalaaa! Alınmam demiş ama alınmış belli ki. Alınmakla kalmamış, alındığı için bana ad hominem saldırıya da geçmiş. Kadını gerçekten önemseyen birilerinin nasıl davranacağını söylediğime bozulmuş tabii, anlıyorum. Ama öyle aman da "gerçekten" önemsiyorum demekle önemsenmiyor kanımca. Somut göstergesi ne önemsediğinin?? Haa, tabii!.. Tecavüzü Meşrulaştırmak konusu. Aynı arkadaş "tecavüz meşrulatırılamaz" kampanyasını desteklediğini söylemişti. "Change.com'daki yaklaşık 900,000 imzadan birisi de benim. Ve bunu sırf kadınları politikaya alet etmek için vs. yapmadım. Sen o yasa tasarısını okundun mu bilmiyorum ama hem küçücük kız hem de erkek çocukları tehdit eden ve gerçekten tecavüzü yasallaştırmaya davetiye çıkaran bir tasarıydı. Çok şükür ki geri tepti. İnsanlarımızın, bir çok kadının ve STK'nın sert tepkisi sayesinde geri çekmek zorunda kaldılar. Ben de rahat bir nefes aldım." Ben bu konuda da herkesin tam tersi düşünüyordum. Ve tabii yine görüşlerimi yazmak zor gelecekti ama yazmalıydım. "Önce bir girizgah:" dedim. "Lütfen benim burada hiçbir söylediğimi kimse kişisel olarak almasın, ben düşündüklerimi konuşurum. İstiyorum ki onları sevdiğimi, saygı duyduğumu ve kötü bir niyetim olmadığını bilen insanlarım/arkadaşlarım/ülkem olsun. Bunların karşılıklılığı esas olsun. Senin bunu kadınları politikaya alet etmek için yapmadığını biliyorum. Ancak, bunu söylemem çok ayıp olmazsa, senin de birçok insan gibi başkaları tarafından galeyana getirildiğini düşünüyorum. Bugünkü ortamda maalesef ortalığı ateşe vermek çok kolay. Kimsenin iş, ev, hayat koşturmacası içinde fazla düşünecek ve tartacak vakti yok, önüne bir öneri, isyan dolu bir yazı çıkıyor, yanında da imza kampanyası, bir de zaten tarafız ya, ve kimin tarafında olduğumuz, kime karşı olduğumuz açık ya, detayını araştırmadan basıyoruz imzayı. Elbette o yasa tasarısını okudum ve üstüne de epey kafa patlattım. Okumaya sabrın yeterse buyur, benim düşündüklerim budur: Legitimizing Rape Gerçekten kadını önemseyen birilerinin yapması gerekenleri de belirttim orada. Kadınlara mutlaka temel bir maaş bağlanmalı, özgürlükleri başka türlü sağlanamaz. Kadınlar üstündeki özellikle cinselliğe dayalı aşağılayıcı yargılar silinmeli toplumun ahlak anlayışından. Özetlenecek bir yazı değil ama anahatları ile şu: Tarkan bir tweet atmış, ona göre “cebir, tehdit ve hile olmaksızın cinsel istismarın olamayacağı açık”mış. Ama kanuna göre değil. Birbirlerini seven 17 yaşında iki genç cinsel ilişkiye girdi mi devlet yatak odalarına girip adamı, pardon genci “suçlu”, hem de “hapislik suçlu” ilan ediyor. Bu mu uyanmak isteyip de bir türlü uyanamadığınız kabus? İki birbirini isteyip birlikte olmuş gencin hapse tıkılmaması mı kabus?? Benim uyanmak isteyip de uyanamadığım kabus ise: Devletin insanların bu kadar özel hayatına müdahalesi. Artı, Adolescents Are Not Children. Büluğ çağındaki gençler çocuk değiller! Benim sözümün değeri yoksa bir ceza hukukçusunu dinleyin: 4 dakika. Yılmaz Yazıcıoğlu diyor ki: "Buna ihtiyaç var mı? Bu espriyi yapmak istemiyorum ama... Yetmez ama evet." Ve devam ediyor: "Cinsel istismar maalesef bizde kanayan bir yara. Ve bu yarayı çözmekte, kanamayı durdurmakta da zorlanıyoruz. Birkaç açıdan bakmak lazım. Bir, zorla olanlar var. Bir, büyüklerin küçüklere karşı olanları var; bir de küçüklerin kendi arasında olanlar var. Sadece 40 yaşındakinin 16 yaşındaki ile gerçekleştirdiği bir durum da yok; bazen 16 yaşındaki 16 yaşındaki ile de cinsel ilişkiye giriyor ve biz cezalandırıyoruz, çok ciddi olarak cezalandırıyoruz. Benim şahsi görüşüm, 15 yaşındaki küçükleri belirli şartlar dahilinde evlendirebiliyorsak o yüzden 15 yaş ve üstündeki çocukların cinsel isteklerine ve bu yaptıklarına ve gösterdikleri rızaya da aslında bu toplumun izin vermesi gerekiyor." İşte aynen bu! Gençlere izin vermek de değil, saygı göstermek bence bu. Evet, doğru, gençleri kendi isteklerine bırakırsak başımıza ciddi bela alırız çünkü onların sorunları bizim sorunlarımız olacak ve de onlar henüz çok sorumluluk alacak yaşta da değiller belki ama çözüm cezada değil, onları yönlendirmek lazım. Yazıcıoğlu "Bugün geldiğimiz sorunun % 90'ının çözeriz," diye devam ediyor. "Küçüklere bu konuda bir inisiyatif verebilme cesaretini gösterebilirsek..." Evet, belki de cesaret istiyor. Belki de kendi yetiştirdiğimiz çocuklara güven istiyor. "Ya ne olacak nasıl olacak, onlar yetişti mi yetişmedi mi..." diye devam ediyor Yazıcıoğlu. Çünkü insanlar böyle düşünüyor. "Evrensel kurallara göre bunlar çocuk. 18 yaş meselesi var, bunlar çocuk. Yani..." diyor spiker. "Evet bunlar çocuk ama biz bir çocuğu... Yani şöyle söyleyeyim: 17 yaşının 364. gününe gelene kadar cinsel hiçbir isteğini kabul etmeyeceksiniz, bir gün sonra şak hepsi olacak, nasıl olacak?" Aynen! Tabii bir yerde olması lazım bunun kanunen ama neden 18? Bunu belirlemek için doğanın getirdiği bir açık gösterge var zaten. Yazıcıoğlu devam ediyor. "Cinsel suçların sonucunu evlendirmekle bağlayacağımıza böyle bir ilişkiye girmiş olanın şikayetine tabi kılarsanız en azından yatak odasına girmemiş olursunuz, özel mahremiyetine girmemiş olursunuz... Başka türlü çözemeyiz de, çözemedik de, çözemeyeceğiz de..." Aynen! "Ya da Avustralya'da çözüldüğünü filan mı zannediyorsunuz? Ya da Amerika'da bu işler yok mu zannediyorsunuz?" "Evrensel olarak nasıl bir durum var?" "Benim söylediğim gibi. 18 yaşından 15 yaş arasındaki, o yaş 16 olabiliyor vs, küçüklerin kendi rızalarıyla yaptıkları cinsel ilişkilerin fazla karışmıyor, karışmıyor ki işte bu saatli bomba ellerinde patlamasın diye. Ve karışmamakta da fayda var. Yeter ki cebir ve şiddet olmasın. "Ona da Türkiye hazır değil." "Maalesef, bütün sorun bu." *** Peki arkadaşlarımla bütün sorun ne idi? Bana sorarsanız cevap veremiyor olması elbette. If you can’t answer a man’s argument, all is not lost; you can still call him vile names.” Bu Robert Kolej grubu. Hani belli bir entellektüel seviyede olmalarını beklediğim insanlar. Hani "arkadaşım" dediğim insanlar. Yani başka gruplarda da benzer şeyler geliyor başıma sık sık ama bu grupta olması çok canımı sıktı. Kalkıp uzun bir yürüyüşe çıktım. İçimden söyleniyorum tabii. "Hakkımdaki kişisel görüşlerini belirttiğin için teşekkür ederim. Fikirlerim üzerine söyleyecek bir sözün var mı?" diye sorup bitirmeliydi aslında ama eve dönüşte döşendim yine ben: "Yazdığın için çok teşekkürler Y... Gönül isterdi ki burada bana kişisel olarak takılmak yerine görüşlerimi/söylediklerimi eleştireydiniz. Sen kendimi bir şey sandığımı, uzman edasıyla yazdığımı söylüyorsun; A... alkış beklediğimi söyledi; E... de takılmıştı, kendi çabamı ulvi, sizinkileri küçük gördüğümü söyleyerek. Evet, ben bugün dünyadaki birçok konuda insanların boş tartışmalarla uğraştığını, meselenin aslına kafa yorulmadığını düşünüyorum. Bu ukalalıksa kabulümdür. Thoreau'nun lafını tekrarlayayım: “There are a thousand hacking at the branches of evil to one who is striking at the root.” Kendi yazılarıma link verdim 1- sadece eleştirmediğimi, alternatif de gösterdiğimin bilinmesi için ve 2- sanırım hak verirsin ki bu konular burada tartışılacak iki cümlelik basit konular değil. Biraz derine inmek lazım. Yine gönül isterdi ki, ve açıkçası benim bu gruptan ümidim/beklentim oydu ki bir-iki kişi çıksın da yazılarımdaki fikirler üstüne görüş belirtsin. Onlar blog-post. Burayı meşgul etmektense konuyla ilgilenenlerle orada fikir tartışması yapalım. Bir tek kişi bir yorum yaptı burada, o da cezaların azaltığından şikayet etti. Ben de ona dedim, “Tecavüze en az 8 yıl değil de 10 yıl, sarkıntılıkta en az 3 yıl değil de 5 yıl verelim mi? Peki verelim. Bu mudur yani bu olayların önünü kesecek? Hoşlanmasak da bu erkekler de bizim toplumumuzun bir parçası. Affetmeyelim, gelişmesini/değişmesini sağlayacak bir girişimde bulunmayalım, hapiste çürütüp onların hayatını da mahvedelim. Elimizde sopa var ya, iyi kullanalım, sert olalım. Mantık bu mu olmalı? Sapkın erkek davranışlarının önüne böyle mi geçeceğinize, kadınların hayatını böyle mi olumlu değiştireceğinize inanıyorsunuz?” diye sordum. Cevap veren olmadı. Cevap verin de tartışalım.* O “Tecavüz Meşrulaştırılamaz” change.org kampanyası bana Romalı Türk anneler grubundan gelmişti. Mesaj geldikten beş dakika sonra “Ne günlere kaldık, bunlar iyice azıttılar” yorumları ile 25 kişilik gruptan 5-6 kişiden “Kampanyayı imzaladım,” “Hemen girip imzalıyorum” diye yanıt geldi. Yasa taslağını okuma gereği görmeden attı herkes o imzayı. Bu mantıklı, düşünen bir beyin tepkisi değil, bu taraftar tepkisi. Ki, birisi bu yasanın bu kanundan dolayı mağdur olan kadınların talebi ile gündeme geldiğini açıklamasına rağmen... Sen imzalamadan ne kadar düşündün veya araştırdın, veya buna gerek gördün mü görmedin mi, imzalamadan evvel yasa metninin kendini okumuş muydun bilmiyorum, o nedenle kesinlikle sana yönelik değil bu söylediklerim. Ama o gruptaki mesajlardan genel yaklaşımın bu olduğu sonucuna varıyorum. Oraya imza atanların %99'u olmasa da % 95'i böyle atmıştır. Kimseyi yargılamıyorum da; biliyorum, kimsenin benim gibi oturup günlerce okuyup araştıracak, kafa patlatacak, yazmak için kelime ararken düşünce bulmak için uğraşacak vakti yok. Her konuda uzman olduğumu asla iddia etmedim, her konuda konuşmam zaten. Konuştuğum konularda ise kesin yargılarım vardır, doğrudur. Bu yargılara ciddi tecrübe, okuma, tartışma, düşünme ve tartma sonucu varmışımdır. Yine de bu, yargılarımı değiştirmeye açık olmadığımı göstermez. Gerçekten anlatın bana, neydi bu kadar tehlike arzeden o yasa durdurulmasa? Sen okudun mu benim yazımı? “Senin çözümlerin çözüm değil,” deyin, “Saçmalamışsın,” deyin, üstüne de “çözüm işte bunlar” deyin. I know I'm guilty of the worst of the seven deadly sins, bunun gayet farkındayım. Ama henüz aşma yolunu göremiyorum. Bir gün birinin söylediklerime karşı çıkarak beni yerime oturtmasını bekliyorum. Hayır, Kadın kitabını bilmiyordum. Ama sen deyince internette ilk 15 sayfasını buldum ve yorumları okudum. İçinde güzel şeyler var mı? Var. Ama benim gözümde vıcık piyasa ürünü diyeyim kısaca. Uzun yazılara “yalancı dolma gibi” diyerek içi boş yazılar yazan biri benim tarzım değil. Gönderdiğin yazı da sonuna kadar güzel gidiyordu. Ama ben dikkatini çektikten sonra bile Özdil'in o yazısının kadınları politikaya alet etmek olduğunu düşünmüyorsan şaşırırım doğrusu, çünkü alet ettiği çok bariz. Ha, alet ettiği politika zaten senin de savunduğun politika olduğu için rahatsız etmiyordur, o ayrı. Ona diyeceğim bir şey yok. Daha önce dedim, söylediklerimle sevilmeyeceğimi çıkıntılık yaptığımın gayet farkındayım. Yazdıklarımı, düşüncelerimi önemsemem konusunda ise şöyle söyleyeyim: Geçen Lara hastaydı ama “Okula gitmem lazım” diye tutturdu. “Niye kızım?” dedim. Arkadaşı ile ponilerini ve “parlak”larını değiş-tokuş edeceklermiş :) Bizim büyük büyük işlerimiz çok önemli geliyor bize ama onun dünyasında en önemli şey de oyuncakları, arkadaşı ile iletişimi. Aslında ne benim yaptığım ne sizin evet-hayırı ölüm-kalım meselesi görmeniz... Hepsi boş fani dünyada. Öte yandan her konuda yazdıklarımı/düşündüklerimi evet, kabulümdür, çok önemsiyorum; önemsiyorum çünkü ciddi ve sıradışı yaşanmışlıkların birikiminin ürünü onlar, ve çok emek harcıyorum. Hayatım bu benim. Sınırlar konusu hayatımı literally ortaya koyduğum bir konu. Ama burayı daha fazla işgal etmeyeceğim, kimseyi rahatsız etmek istemiyorum. Hani kaçıyorum gibi olmasın diye cevap verecek olanınız varsa bekliyorum ama haftaya pazar bu gruptan çıkıyorum. Düşündüklerimle yazdıklarımla ilgilenen, görüşmek isteyen varsa beni nerede bulacağını biliyor. Uzun tirad için özür ve sevgiler hepinize." * Bana gruptan cevap veren olmadı. Ancak daha sonra konuyu tartıştığım başka bir arkadaş şöyle söyledi: "Ben bir erkek olarak, her türdeki erkekte mevcut hayvani içgüdülerin gücünün ve bunlara hakim olmanın kolay olmadığının bilincindeyim; o sebeple ağır ve kesin cezalar olmadan sapkın erkek davranışlarının önüne geçmenin mümkün olmadığına inanıyorum.” Ben bir kadın olarak hayvani içgüdülerin gücünü belki o kadar bilmiyorum ama onlara hakim olmanın kolay olmadığının farkındayım. Yine de bu cinselliklik içgüdüsünü bastırmak veya ağır şekilde cezalandırmak yerine, bunun zorla değil, karşılıklı onayla tatmin edilmesinin gerekliliği konusunda bilinçlendirerek, veya başka yerlere sağlıklı bir şekilde kanalize edilmesi sağlanarak, ve de erkeklere kadınlara saygıyı öğreterek aşılması gerektiğini düşünüyorum; bunun da mümkün olduğuna inanıyorum. Ve arkadaşın cevabı: "Selam Gülin, Özdil yazılarında kadınları politikaya alet ediyorsa, bunu sadece kadınları ve Atatürk sayesinde kazanılmış (ve şu anda ciddi bir tehlike altına olan) kadın haklarını savunmak için yazıyor. Bence. O nedenle çoğu yazılarını beğeniyorum ve bana hitap ediyor. Ayrıca, Özdil bir roman yazarı değil. Bir köşe yazarı. Yazılarının uzunluğu mecburen kısıtlı olmak zorunda. Ve yazılar günlük, güncel ve "to the point" olmak zorunda. Yani, Özdil, yazılarında az sözle çok şey söylemek ve derin konuları herkesin anlayabileceği örnekler ve söylemlerle anlatmak durumunda. Anlatımının clever, efficient ve attractive olması şart. Bu nedenle yazılarında bolca mizah (ve bazen de benim çok hoşlanmadığım argo tabirler) olabiliyor. Benim Özdil'i savunma gibi bir misyonum yok ama yazılarının, senin söylediğin gibi, "içinin boş" olduğu ve "vıcık bir piyasa ürünü" olduğu görüşüne katılamayacağım. Bence böylesine katı ve olumsuz bir yargıya varmadan (ve bunu başkalarıyla paylaşmadan) önce Özdil'in bir kaç yazısını (ve/veya onlarca kitabından en azından birini) okumayı düşünebilirsin. Bu senin vardığın sonucu daha "credible" yapacaktır. En azından benim gözümde. Bana "alınma" demiştin ve ben alınmadım. Ama görüyorum ki, benim yazdıklarım sana koymuş. Buna üzüldüm doğrusu. Lütfen, alınma. Ben sadece senin burada yazdıkların (ve özellikle benim naçizane iki kısa postuma karşılık olarak yazdıkların) ve yazma tarzın hakkında fikrimi belirttim. Sana karşı herhangi bir kastım, kişisel tavrım, olumsuz düşüncem vs. yok. Neden olsun ki? Benim gönlümde sen, sevdiğim ama uzun zamandır da görmediğim ve merak ettiğim eski bir arkadaşımsın. Senin için, diğer tüm arkadaşlarım gibi, iyilikten başka bir şey istemem. Neden isteyeyim ki, zaten? Önerim: Eğer bir yazarsan ve düşüncelerini yazılar/bloglar vasıtasıyla insanlarla paylaşıyorsan, okurlarından gelecek tepki, fikir, eleştiri ve önerilere karşı biraz daha açık (ve hatta biraz daha tahammüllü ve "thick-skinned") olman faydalı olabilir. Bir de yazma tarzını, başkalarını rencide etmeyecek şekilde, biraz yumuşatabilirsin; biraz daha mütevazı (ve yargılayıcı olmayan) bir dil kullanmayı düşünebilirsin. Ama tabii, ben sadece bir okurum; yani bir yazar değilim. Yazma konusunda uzman falan değilim. O nedenle düşüncelerimi dikkate almaya değer bulmayabilirsin... But it is no problem, either way. Ben alınmam. Sen de dert etme, lütfen. Sevgiler." :) Acı bir gülümseme bu. Yılmaz Özdil'i savunmaya geçmiş. Ve bu sefer de tavsiyelerde bulunmuş benimle ilgili. Esas konuya ait hiçbir fikir yok ortada. Belki hakkımdaki görüşleri de tavsiyeleri de isabetli olabilir tabii, ama konumuz o değil. İkisini de soran olmamıştı ona. Hadi o neyse, bu arkadaş grubundan bir tek kişi de sahip çıkmamıştı bana. Şahsi saldırılara geçilmemesini söyleyip beni savunacak bir tek "arkadaşım" yoktu demek ki.
Belki de haklılardır. Belki de çok iticiyim. Belki de çok ukalayım ve insanlara ezici geliyor irdelemelerim. Bilemiyorum... Belki zamanla anlarım. Bir on sene sonra filan okuduğumda açıkça görürüm neler olduğunu. Veya belki de ayni fikirleri paylaşmıyoruz, aynı dili konuşmuyoruz, bu kadar basit. Her neyse... Bu grubu ben kurmuştum. Yani çok gruptan çıktım ama kendi kurduğumdan çıkmak tuhaf olacaktı. Fakat belliydi ki benim görüşlerim kimseninkine uymuyor. Mahalle baskısı hissediyorum ama onlar gibi olamayacağım, görüşlerini paylaşamayacağım aşikar. Bir ara grupta kalsam ama konuşmasam dedim, sadece izleyici olsam... a) Onu da yapamıyorum, yanlış olduğunu düşündüğüm bir şey gördüğümde susamıyorum. b) Kimseden de karşı görüş, antitez filan bir fikir çıkmıyor. Yani bana hiçbir katkısı yok bu grupta olmanın. E ne yapayım? Dedim ki ona buna değmez, huzur lazım bana. Terk ettim grubu, oldu bitti. Bana Yılmaz Özdil Demeyin- 2
0 Comments
Your comment will be posted after it is approved.
Leave a Reply. |
|